-NEW YORK-
ABD’nin finans merkezinde bulunup Kenya’nın başkenti Nairobi’de süregiden bir rehine alma ve ‘dava adına’ insan öldürme olayını izlemek hayli garip; ama oluyor işte... Kenya’da son durum şu: Somali kaynaklı el-Şebab örgütü militanları bastıkları alışveriş merkezinde 62 kişiyi öldürdüler...
Örgüt Somali menşeli, ancak ‘el-Kaide’yle bağlantılı olduğu anlaşılan örgütün, militanlarını, pek çok ülkeden derlediği anlaşılıyor...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Birleşmiş Milletler (BM) toplantısı için yola çıktığı ilk günden başlayarak, dozu giderek artan biçimde paylaştığı, ‘terör-karşıtı’ hassasiyetle örtüşüyor Kenya’daki gelişme... Yerel bir ‘dava’ için silâha sarılanlar artık uluslararası bir saldırı gücü haline dönüşmüşe benziyor; başlangıçta muhtemelen haklı bir ‘dava’ sahibiyken, artık ‘haklı’ olması gerekmeyen bir hedefleri var...
Bunun için de ‘terör örgütü’ muamelesi görüyorlar... Yaptıkları da ‘terör’ zaten...
Suriye’de iki yılı aşkın bir süredir devam eden ‘iç-savaş’ bir yönüyle ‘uluslararası’ özellikler kazandı. Ülke içinde rejime muhalif unsurlardan oluşan Özgür Suriye Ordusu savaşmıyor sadece; Baas rejimine ve temsil ettiği anlayışa iyi gözle bakmayan pek çok kişi de değişik isimler altında orada savaşıyor.
Vahşette sınır tanımayan uygulamaların o örgütlerin militanları tarafından sergilendiği anlaşılıyor...
Afganistan’da Sovyetler Birliği işgalinden sonra başlayan direniş kendi silâhlı güçlerini oluşturmuştu; işgal bittikten sonra da silâhlarını bırakmayan güçler, giderek ‘uluslararası’ bir mâhiyet kazandı. ‘El-Kaide’ genel başlığı altında değerlendirilen örgüt, aslında, belli bir lidere bağlılık dışında ortak özellik göstermeyen ve çözümü yalnızca silâhlı mücadelede arayan, amaca erişmek için her yola başvurmayı ‘mübah’ kabul eden insanlardan oluşuyor...
İlk çıkışları iyi niyetli olsa da, zaman içerisinde eylemleriyle ‘terörist’ tanımına uyan insanlardan...
O örgütler ve eylemlerinin varlığı, uğruna kan döktükleri inanç sahiplerinden çok, o inançlara karşı görüş ve tavırlara sahip olanları sevindiriyor. ‘El-Kaide’ türü örgütler ve eylemleri, baştan sona, İslâm Dünyası’nın aleyhine sonuçlar doğurdu.
11 Eylül (2001) uğursuz eylemlerinden bu yana, İslâm, uluslararası saldırı altında. ‘Müslüman’ olmak dünyanın her tarafında ‘potansiyel terörist’ olmak ile eş tutuluyor. İslâmiyet’i görünür biçimde hayatına yansıtan kişiler zorluk çekiyor, bazıları inançlarına uygun yaşayamaz hale geliyor.
İslâm’ın asırlar içerisinde oluşmuş ve farklı dünyaların insanlarının da ilgisini çeken imajı, o gün bugündür, ciddi biçimde zedelenmiş oldu. Dünyanın dört bir tarafında, insanlar, ‘İslâm’ dendiğinde ‘düşman’ saydığı kişileri öldürüp ciğerlerini söken, kalplerini parçalayıp yiyebilen militanları aklına getiriyor.
Ya da, Kenya’da olduğu gibi, hafta sonu alışverişi için çarşıya gelmiş masum insanları rehin alan, zora düşünce aynı insanları öldürmekte tereddüt etmeyen militanları...
BM’nin yıllık toplantısı öncesi sergilenen vahşet kimin işine yarıyor dersiniz?
Kim tarafından sahneye konulursa konulsun, kanlı eylemlere bulaşanlar hangi amacın ardına saklanırsa saklansın, terör ile İslâm’ı eşdeğerde göstermeye yarayan her çıkış yanlıştır.