Ciğerlerimizi yakan büyük yangının, bir daha ortaya serdiği muhalefet zihniyetinin çarpıklığı, demokrasi için ibret vesikasıdır.
Ülkemizdeki muhalefet zihniyeti, tamamen; "isterse Türkiye batsın, yeter ki AK Parti iktidarı/Cumhur İttifakı, Erdoğan dönemi bitsin..." fitnesine kilitlenmiştir.
Öyle ki, Muğla'nın Milas ilçesinde Kemerköy Termik Santrali'ne ulaşan alevler milletimizin yüreğini ağzına getirirken, Devlet bütün imkânları ile seferber olurken, bilhassa sosyal medyadaki fitne merkezlerinde görüldü ki, muhalif zihniyet sahipleri, santralin yanmasını beklediler.
Tıpkı 15 Temmuz'da FETÖ'nün hain darbe girişiminin başarıya ulaşmasını bekledikleri gibi...
Tıpkı Türkiye'nin Suriye'de, Libya'da, Azerbaycan Karabağ'da, Kıbrıs'ta, Batı karşısında bileğinin bükülmesini bekledikleri gibi...
Tıpkı dış merkezli ekonomik saldırılardan, sellerden kaos bekledikleri gibi...
Tıpkı Türkiye aleyhine her operasyondan, kumpastan, PKK'dan, FETÖ'den, Biden'dan medet umdukları gibi...
Bu, hastalıklı bir muhalefet zihniyetidir.
Türkiye'yi, yönetilemeyen/aciz bir ülke gibi göstermek için "Help Turkey" (Türkiye'ye yardım et) diye algı operasyonu başlattılar. FETÖ'cüler, PKK, Sol terör örgütleri, bu kampanyaya öncülük ettiler. Fonlanan medyacılar, etki ajanları, 5. Kol elemanları hepsi sahaya indiler.
Yalan, dezenformasyon, kirli propaganda muhalefetin umut kapısı oldu.
CHP, HDP, İYİ Parti, Saadet Partisi, DEVA, Gelecek Partisi'nden oluşan muhalefet bloğunun temel problemi; demokrasi dışı yollara, yabancı güç merkezlerine bel bağlamaları, dolayısıyla seçimlerden/sandıktan umutlarını kesmeleridir.
Muhalefetin anti demokratik zihniyetine şu noktadan dikkat çekmek isterim.
Muhalefet partilerinin seçimle iktidar olma niyeti ve inancı asla yoktur.
Olsaydı, mesela yüzde 25 bandında patinaj yapan CHP, oylarını artırmak için kucaklayıcı bir anlayışı öne çıkarırdı. AK Parti ve MHP tabanından oy alma derdine düşerdi.
Tam tersine Kılıçdaroğlu itici, hakaret edici, aşağılayıcı bir tavır içindedir.
Hatırlayınız; Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantılarında AK Parti'ye oy veren öğretmenleri hedef aldı. "Hala iktidarın peşinde giden öğretmen varsa, kimse kusura bakmasın, ben ona öğretmen demem. Öğretmen, iradesini pazarlayan kişi değildir." dedi.
AK Parti'ye oy veren çiftçilere akılsızlık ediyorsunuz dedi: "İlk seçimde siz hâlâ gidip AK Parti'ye oy verirseniz benim iki elim sizin yakanızda olacak. Akıl alır gibi değil" diye konuştu.
Daha da ileri gitti. "Sen gidip hâlâ AK Parti'ye oy veriyorsan günah işliyorsun..." diyerek hakaret etti.
Seçimle iktidar niyeti olan bir siyasetçi, seçmene hakaret eder mi?
Aynı şekilde şu Erdoğan sayesinde Başbakanlık, Bakanlık yapan isimlerin, DEVA'nın ve Gelecek Partisi'nin genel başkanlarına bakalım.
Biz ciddiye almasak da onlar, "iktidara geliyoruz" diyorlar.
Karamollaoğlu bile umutlanmış, ne dedi: "Bu arkadaşların AK Parti tabanında yüzde 20-30 çözülmeye neden olacağını düşünmüştüm. Öyle olmadı..."
Yani bu iki parti AK Parti tabanını bölmek için kuruldu. Ama Davutoğlu da, Babacan da her gün, 26 milyon 329 bin 920 oyla (yüzde 52,59) Cumhurbaşkanı seçilmiş Sayın Erdoğan'a hakarete varan lâflar ediyor.
Bunun akılla, mantıkla bir izahı var mı?
Demek, asıl niyetleri AK Parti tabanından oy almak değil.
Yüzde 50+1'i engellemek için oy tırtıklamak. Küresel bir tezgâhın parçası olmak...
Zihniyeti kötü, mayası HDP ile bozulmuş muhalefetin, göreceksiniz sonu hüsrandır.