Biliniyor olsa da bir kere daha tekrarlayalım ki hiçbir yanlış anlamaya yer kalmasın:
Çoğulcu demokratik sistemde politik güçlerden, partilerden, biri yâhut berâberce birkaçı iktidârı üstlenerek yönetir; diğeri, diğerleri, ise muhâlefet sıfatıyla bu iktidârı eleştirir.
Ancak bunu yaparken, inandırıcı olmak için, o beğenmediği ve eleştirdiği işler yerine kendisi olsa nasıl bir çözüm getireceğini de belirtir ki halk, yâni seçmenler, ona göre karar verip bir sonraki seçimde kime teveccüh edeceklerine dâir kanaat oluşturabilsinler.
Hiçbir yapılanı beğenmez, ama kendi doğru bulduğunuz çözüm yolunu da belirtmez iseniz bir süre sonra kimse sizi ciddîye almayabilir. Ciddîye almakda ısrâr edenlere ise, meselâ futboldaki gibi, o partinin, o “takımın” fanatikleri gözüyle bakılabilir.
Başka bir söyleyişle işbaşında olanlar, ağızlarıyla kuş tutsalar dahî bu muhâlif güçlere yaranamayacaklardır.
Kanaatimce Türkiye’de hâlen yaşanan budur.
Sâdece son bir haftadır bilmem şu kadar kere vurgulandı ama bir kere daha:
İktidardaki AK Parti, onbir yıldır hükûmet etmesine, yâni “yıpranmasına” rağmen, oylarını 2002 Yılı’nda yüzde 36’dan bugün yüzde 50, hattâ bâzı başka hesablara göre yüzde 52 dolayına yükselterek, kırılması zor bir rekora imzâ atmışdır!
Hani bir de “yıpranmasa” kimbilir yüzde kaça çıkacak?
Evet, çoğulcu demokrasi “sâdece” sandık değildir ama sandıksız da “hiç” ama hiçbir şeydir!
Şimdi bu yüzde 50/52 meselesine burun kıvıranlar, kıvırmayıp ona önem verenlere bir zahmet kendilerinin çoğulcu demokrasiden ne anladıklarını îzâh etmek zorundadırlar!
Hazır yeri gelmişken şu “yüzde on seçim barajı” konusuna da değinmek istiyorum:
Hâlen yürürlükdeki Partiler Yasası’na göre bir partinin kurulmuş kabûl edilmesi için en az 41 ilde üçerden asgarî 123 büro açmış olması ve yapılacak ilk seçimden en az altı ay önce kurulup kayda geçmiş bulunması şartdır.
Bu 123 büronun asgarî kirâları ise aylık 100.000 liradan altı ayda 600.000 lira eder.
Henüz yalnızca kirâ safhasındayız.
Sâbık AKP Mâliye Bakanı Abdüllatif Şener, 2009’da kendi kurduğu “Yeni TürkiyePartisi”ni 2012’de kirâları ödeyemediği için kapamak zorunda kalmışdı!
Yeni kurulan bir partinin daha ilk seçimde yüzde on (ARTI!) oy alabilmesi ise hani neredeyse bir mûcizeye bağlıdır.
Başbakan Erdoğan istese Partiler Yasası’nı bir haftada değiştirecek güce sâhib bir politikacı. Nitekim Alkol Yasası’nın Komisyon’da görüşülüp Meclis’den geçmesi, yanılmıyorsam beş gün sürdü. Yâni son bir defâ daha şöyle ağız tadıyla kafayı bulmamıza bile fırsat tanımadı!
Ama Başbakan bu uğurda kendini niye zorlasın ki?
Barajı yüzde üçe, kurulmuş olma süresini de yine meselâ üç aya indirse muhtemelen AKP’den bile kopmalar olabileceğini bilmez mi?
Bu takdirde AKP’den kopup yeni partiyle seçileceklere ek olarak üstelik hiç değilse Saadet Partisi de Meclis’e girmeyi başarabileceğine göre, ki bu tabii benim nâçizâne şahsî tahmînim, Erdoğan’ın mutlak çoğunluğu da, bir daha avdet etmemek üzere gidecek demek değil midir.
E, böyle bir durumda kim tutup da kendi dizine mermi sıkar?
Bana öyle geliyor ki pragmatik ve pratik bir insan olan Erdoğan, meseleyi biraz zamâna yayıp yumuşatarak halletme yolunu tercîh edecekdir.
Öte yandan problem sâdece Gezi Parkı’ndaki, benim de içimi sızlatan çam ağaçlarının kesilmesi problemi değil birikmiş bir dizi açık hesâbın da artık nihâyet görülmesi olduğundan bu beklenmedik kriz belki hayırlı gelişmelere yol açabilir.
İnşallah “temennî”yi “tahmîn” ile karıştırmıyorumdur.