Biz bugüne kadar devletin, devlet kurumlarının kendi vatandaşlarının özel hayatını tarassut altında tutması anlamındaki usulsüz ve keyfi dinleme faaliyetlerine karşı çıkıyorduk. Şimdiyse devlet değil, kendini devletin yerine koymaya çalışan bir başka yapı var karşımızda. Bu yapı hem sivil vatandaşları hem de belirli devlet görevlilerini gözlüyor ve dinliyor.
Bugünlerde ortaya çıkan bilgi ve belgeler geçtiğimiz yıllarda binlerce kişinin telefonlarının dinlendiğini ve kayda geçirildiğini gösteriyor. Dünyada örneği bulunmayan bu büyük skandal ne yazık ki yeterince ciddi bir infial uyandırmış görünmüyor. Türkiye’yi bir telekulak rejimiyle yönetmeye soyunmuş olan yapının tartışılması yerine bu yapının ekmeğine yağ sürmeyi tercih edecek solcularımız var bizim çünkü.
Alternatif bir siyaset ortaya koyup halkın oyunu alarak yıkamadığı hükümeti cemaatin gayrimeşru operasyonlarıyla yıkmayı uman CHP yönetimi bir yanda...
Sokağa dökülmek için bahane arayan “goşist” kalabalıklar bir yanda...
Kendi siyasi pozisyonunu kişilere ve kurumlara duyduğu nefret hislerine göre belirlediği için Türkiye’nin demokratik düzenini ve siyaset kurumunu savunmayı önceleyenleri de körü körüne Tayyip Erdoğan taraftarlığı yapıyor diye gören ve gösteren solcu aydınlarımız bir yanda...
İşin aslı şu ki bizim solcularımız tek tek ağaçlarla ilgilenmekten gözlerinin önündeki koskoca ormanı göremiyorlar.
***
Sistem içindeki yanlışları görüyorlar ama sistemi ortadan kaldırmaya yönelik bir tehdidi algılamaktan aciz kalıyorlar.
Siyasetçilerin hataları, günahları ne olursa olsun siyaseti ortaya kaldırmaya yönelmiş bir tehdit karşısında siyaseti ayakta tutmayı öncelemek gereğini düşünemiyorlar.
Siyaset kurumuyla oligarşik bir yapının mücadelesinde siyasete karşı oligarşinin yanında yer almaktan imtina etmiyorlar. Üstelik bunu yaparken kendilerine demokrat diyebiliyorlar.
Üstüne üstlük, çok değil bir ay sonra Türkiye genelinde yapılacak bir seçim varken sokaklara dökülüp “hükümet istifa” diye bağırıp çağırabiliyorlar.
Çünkü halka güvenmiyorlar. “Bir ay sonra bu cahil halk gidip yine bunlara oy verebilir” diye düşündükleri için hükümeti başka yollarla devirmenin hayallerini kuruyorlar.
Halka güvenmiyorlar. Bu halk “yolsuzluğa, hırsızlığa ses çıkarmaz” diye düşünüyorlar. “Bu halkta ahlak mahlak hak getire. Bir kilo makarna karşılığında oyunu satan insanlardan söz ediyoruz” diyorlar.
***
Onun için bir sözde dini cemaatin devletin belirli kritik kurumlarını ele geçirerek -bunun kimlerin hatası veya göz yummasıyla olduğu şimdilik ayrı bir konu- adı konulmamış bir paralel rejim ihdasına yönelmiş olmasını solcu aydınımız hiç mi hiç umursamıyor.
Mesela üç yıl boyunca binlerce kişinin telefonlarının dinlenmesi ve fiziki takip yapılması suretiyle özel ve mahrem bilgilerin ele geçirilip depolanması onları ilgilendirmiyor.
Bu bilgi depolarının yurtiçinde ve yurtdışında kiminle paylaşıldığı ve hangi amaçlarla kullanıldığı veya kullanılacağı da onların meselesi değil.
Dahası, emniyet ve yargı başta olmak üzere kritik alanlarda devlet gücünün kendilerine devlet gücünü kullanma yetkisi verilmemiş oligarşik bir yapının eline geçmiş olması... Devlet gücünü illegal yollarla ele geçirip bununla siyaseti etkisizleştirip polise, yargıya, telekulağa dayalı antidemokratik bir rejimin yerleştirilmesi çabaları... İlgilendirmiyor bizim solcularımızı. “Yeter ki bu hükümeti yıksınlar, gerisi önemli değil...” diye düşünüyorlar.
Oysa -en yakın seçimde değiştirilebilecek olan- bu hükümetin sistem dışı operasyonlarla devrilmesinin mümkün olmadığını ama illegaliteye verilecek desteğin bütün siyasi ve sosyal kurumlarımızı çığ altında bırakacağını düşünmeleri gerekiyor...
İçinde bulunduğumuz gemi batarsa bundan sadece o çok kızdığımız kaptan zarar görecek değil ki!