17 Aralık’ın ürettiği büyük sansasyon ve ortaya çıkan paralı-pullu görüntülere rağmen toplum operasyon güçlerinin istediği gibi düşünmüyor. Süreci planlayanların kavramlarıyla konuşmuyor ve en önemlisi de olayı yolsuzlukla değil, hükümetle mücadele olarak tanımlıyor.
Bunun temel nedeni emniyet ve yargının elindeki hukuk gücünü sorumsuz ve maksatlı kullanmasıdır. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün iktidar unsurlarına, ekonomik aktörlere, cemaat dışında kalan dini kurumlara, sivil toplum örgütlerine, medyaya vs. karşı bir girişim olmasıdır.
Seçilen isimler, seçilen konular ve özellikle telefon dinlemelerinde seçilen konuşmalar bu girişimi teyid ediyor.
Geriye doğru 10 yıldır ama özellikle 7 Şubat sürecinden itibaren binlerce kişi dinlendi. Birçoğu önce dinlenmeye başlandı sonra mahkeme kararı çıkartıldı. Birçok dinleme kararı hedef kişinin ismi belirtilmeden farklı telefon numaraları üzerinden alındı. En önemlisi de bir kişiyi dinleme bahanesiyle onun görüşme yaptığı herkes dinlendi, kayıt altına alındı ve konuşmaları kağıda döküldü, tapelendirildi.
Hukukun vermediği ne kadar yetki ve imkan varsa hukuk kılıfına uydurularak; bazen de kılıf aramaya gerek duyulmadan kullanıldı.
Böyle bir girişime toplumun güven duyması elbette mümkün değildir.
İnsanlar sadece dinlenmekle kalmadı, dinleme kayıtları da çarpıtıldı.
Mesela, 25 Aralık operasyonunda birçok saygın işadamı hakkında dosyalar hazırlandı. O dosyaların hemen hemen hiçbirinde belge ve doküman bulunmuyor. Peki ne bulunuyor? Sadece telefon konuşmaları...
Onu nasıl yapıyorlar?
Bir kişinin telefonu aylar boyunca dinleniyor. Sayısız ilgili-ilgisiz konuşma kaydediliyor. Sonra, o konuşmalardan sadece dinlenen kişi ve hedef kişilerin aleyhine olabilecek bölümler tapeye yazılıyor. Lehlerinde kullanılabilecek hiçbir kayıt dikkate alınmıyor. Konuşmaların en az yüzde 80-90’ı bu şekilde arşivde tutuluyor. Dahası, kişi aleyhine olabilecek konuşmalar da yerine göre montajlanarak suç delili sayılacak ya da utanılacak bir ifadeye dönüştürülüyor. Mesele hayret uyandırmak ve dehşet yaratmak... Nitekim o konuşma internete servis edildiğinde de planlanan maksat hasıl oluyor. Konuşmaların ne tamamı ne de arkasında önünde yapılan diğer telefon kayıtlarını kimse bilmiyor...
En önemli mesele ise şudur...
STAR Gazetesi geçtiğimiz hafta dinlenen ama haklarında dosya açılmayan bazı işadamlarıyla ilgili haber yayınladı. Haberde adı geçmeyen ama kamuoyu tarafından bilinen başka isimler de var. Amacımız insanlara korku salmak değil ama o yapının tam da bunu yapmak için; yani gerektiğinde korkutmak ve etkileme için işadamlarını dinlediği bilinmeli. Telefon konuşmaları düzenli olarak kaydedildi ve ham halde dosyalandı. Şimdi o kayıtların yeni savcıların elinde bulunduğu söyleniyor. Bu, elbette onlar hakkında da dava açılacağı anlamına gelmiyor. Ama Türkiye’nin ve ekonomik hayatın ne denli büyük bir saldırı altında olduğunun anlaşılması için telefon dinleme sisteminin bilinmesi gerekiyor.
Yargı, bir soruşturma bahanesiyle ilgili ilgisiz, dava konusu olan olmayan herkesi neden dinler? Üstelik onlar arasında bu ülkenin önde gelen işadamları varsa, bunu niye yapar?
Hem 17 Aralık’ı anlamak hem de sonrasında ne planlandığını kavramak için bu tabloyu derinlemesine görmek gerekiyor.
Mehmet Cengiz niye hedef?
Telefon dinleme olayındaki bütün yasadışı uygulamalara maruz kalan isimlerin başında işadamı Mehmet Cengiz geliyor. Hem dinlendi, hem konuştuklarından sadece aleyhine olanlar yazıldı, hem de o konuşmaların bazıları montajlandı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kanunu çiğneyerek Meclis kürsüsüne taşıdığı konuşmalarda geçen küfür cümlesi bile bu montajın sonucu. Cengiz, Libya’da yakılan şantiyesinden dolayı ortağıyla konuşuyor ve o konuşmanın bir yerinde rakiplerini kastederek “milletin...” diye başlayan bir küfür savuruyor. O cümle bir başka konuşmanın içine taşınıyor. Konuşmayı tapeye döken memur bile “Burada ticari rakipler kastedilmiştir” notu düşmesine rağmen o laf alıp yürüyor. O cümle millete karşı hakaret gibi sunuluyor. Kılıçdaroğlu dahi, meselenin aslını bile bile bunu manipüle ediyor.
Neden? Sebebi açık.
Eğer Cengiz, Sabah-atv satış süreciyle ilgilenmeseydi, ne o telefon konuşması kaydedilir ne de o sözlerini işiten olurdu. Değil mi ki bu ülkede Anadolu kökenli bir müteahhit medya alanına girmeye niyetleniyor o zaman bedelini ödetirler. Cengiz, önce Akşam-Sky grubuyla sonra da Sabah-atv ile ilgilendi ve ikisine de girmedi ama bu kadarı bile onun hedef olmasına yetti. Bugün, Mehmet Cengiz’i hedefe koyarak en acımasız kampanyayı yapanların bütün iş dünyasına verdiği mesaj da açıktır: Bu alana girerseniz yakarız!
Ali Ağaoğlu’nun Türkiye’ye gösterdiği
Türkiye’nin önde gelen müteahhitlerinden Ali Ağaoğlu, 17 Aralık operasyonunda gözaltına alındı, hakim karşısına çıktı ve sorgulandı. Hakkında hiçbir somut ve delillendirilmiş iddia olmadığı halde saldırıya uğradı.
Ağaoğlu’yla geçtiğimiz hafta bir yemek yedik. Olup bitenleri bütün açıklığıyla anlattı. Her soruya cevap verdi. Hedefin kendisi olmadığı, kendisi üzerinden Başbakan’a ulaşılmaya çalışıldığı bir sır değildi. Nitekim Ağaoğlu da daha sorgusunun başında bunu anlamış. Anlayınca da gereğini yapmış. Ki, zaten serbest kaldıktan sonra ortaya koyduğu tavır; darbe girişimine karşı gösterdiği cesur itiraz herkesin takdirini kazandı.
Ali Ağaoğlu olayındaki en önemli nokta şudur. Nezarette bulunurken ve dışarıda rüzgarlar sert eserken, yani toz bulutu inmemişken; daha açık söyleyelim ibrenin kimden yana döneceği belli değilken tavır koymuştur. Bize o akşam “Bugün Başbakan’ın yanında olmak zamanıdır” dedi. Belli ki bu cümleyi daha o en karanlık anlarda da kendine söylemiş.
Kimseden bir işaret beklemeden kalbinin ve vicdanının sesini dinleyip, insanın ömründe belki bir kez tabi olacağı bir sınavdan başarıyla çıkmıştır. Tereddüt etmeden... Başka söze gerek var mı?