Türkiye’nin siyaset sahnesine siyaset biliminin standart kavramlarıyla bakmaya kalkarsanız kafanız karışır. Mesela kendilerine “solcu” denilenler toplumsal ve politik yapının muhafazasından yana bir tutum içinde olabiliyorlar. Yani, Almanya’da veya Fransa’da siyaset yapıyor olsalar kendilerine “sağcı” denilecek siyasetçilere biz solcu diyoruz. CHP’den söz ediyorum.
İngiltere’de veya Belçika’da da toplumsal ve ekonomik yapıyı değiştirmeye yönelik çaba içinde olan, bu arada özellikle “sosyal politikalar”a ağırlık veren bir siyasi hareket sağcı ve muhafazakâr olarak adlandırılmaz. Bizde ise öyle adlandırılabiliyor. AK Parti’den söz ediyorum.
CHP’nin cumhuriyet kuran parti olarak başlangıçta “devrimci” bir tutuma sahip olduğu, ama sonradan hızlı toplumsal gelişmeler yeni ilerici hareketleri ortaya çıkarınca CHP ideolojisinin muhafazakâr çizgide kaldığı gibi bir analiz yapılıyor.
CHP’nin temsil ettiği ideolojinin hangi anlamda “devrimci” olduğu da elbette baktığınız yere göre farklı yorumlanabilecek bir konu.
CHP’nin iktidarda olduğu tek parti döneminde Türk ekonomisinin geliştiğini, ordunun güçlendiğini, toplumun refahının arttığını, devletin halka sunduğu hizmetlerin çeşitlendiğini, siyasetin demokratikleştiğini... vs. söyleyemiyoruz.
Buna mukabil dini kurumların toplum üzerindeki etkisinin azaldığını... Osmanlı’nın son döneminde zaten toplumsal dönüşüm içinde kendiliğinden rağbet görmeye başlamış olan batılı giyim kuşam ve hayat tarzının devletin baskı ve teşvikleriyle yaygınlık kazandığını... vs. söyleyebiliyorsunuz “CHP’nin başarısı” olarak.
Bu türden bir üstyapı devrimciliği toplumda kalıcı bir destek oluşturmakta yetersiz kalıyor. Sosyolojik bir gerçek... Bugünkü CHP’nin geçmişinden devraldığı problem bu. Aynı zamanda AK Parti’ye kalan miras.
Türk basınına bu ayıp yeter
Dünkü yazımızda Arakan Müslümanlarına yönelik soykırıma dikkat çeken bir bildirideki “Batman filminin galasında bir manyağın öldürdüğü on iki kişiden bütün dünya haberdar olurken Myanmar’da işlenen soykırım ve bugüne kadar öldürülmüş olan 20.000 kişi hakkında medyada neredeyse bir yansıma bile bulunmamaktadır” tespitini aktarmıştım.
Medya Takip Ajansı Interpress yetkilileri, sağ olsunlar, bizim yazımız üzerine her iki olayın gerçekleştiği tarihlerdeki yazılı basında çıkan haber ve köşe yazılarını tek tek araştırmışlar. Buna göre, Burma’da Arakan Müslümanlarına yönelik katliam konusunun ülkemiz basınında bir hafta boyunca (8-18 Temmuz tarihleri arasında) toplam 12 haberde ve 2 köşe yazarının yazılarında yer aldığı belirlenmiş.
Batman filminin ABD’deki gösterimi sırasında bir izleyicinin salondaki seyircilerin üzerine ateş açması ile birlikte 12 kişinin ölümü ve 50’ye yakın kişinin yaralanması haberleri, yine aynı hafta içinde yazılı basında toplam 117 kez haber olurken, 7 köşe yazarının da bu konuyu gazetelerindeki sütunlarda yorumlamış olduğu ortaya çıkmış.
Galiba yoruma gerek yok. Bu ayıp bize yeter.