Böyle karmaşık, böyle zorlu bir dünyada bireye, yani bize ne düşüyor? Böylesine büyük bir dünyada biz, bir küçücük insan, neyi değiştirebiliriz?
Bunun üzerine düşündüm, birkaç gün sadece düşündüm.
Tek başına şunları değiştirebilirsin;
En az etkili, en asosyal insanın bile 20 kişi üzerinde etkili olduğu hesaplanmış.
20’den başlar, binlere, onbinlere kadar gider.
Sen en az 20 insanın hayatını değiştirebilirsin.
O 20 insan, aile kurar, ortalama 4 insana ana-baba olur, 80 kişi olur etkilediğin insan sayısı.
O 20 insandan birisi öğretmen ise ve 40 öğrencisi varsa 120 olur sayı.
O 40 öğrenci evlerine gidince anne-baba ve kardeşini etkilerse 160 kişi oluverir.
Sayı bir anda 280 kişi olur.
O 20 insandan birisi patronsa ve şirketinde ortalama 20’si insan çalıştırıyorsa, o 20 insanın aileleriyle birlikte 100 kişiyi etkiler, 380 oluverir.
Etkilediklerinin sadece üç tanesinin çevresiyle 380 kişiye ulaşabilirse, 20 sini birden dahil ederse çevresine onbinlere etki edebilir.
O onbinler yüzbinleri etkiler.
Yüzbinler ise milyonları.
Bir ev, komşularını etkiler,
Komşular sokaktakileri,
Sokaktakiler mahalledekileri,
Mahalledekiler diğer mahalleleri,
O mahallelerin tümüyle şehir değişir, o şehir başka şehirleri…
Şehirler ülkeleri değiştirir, ülkeler ise dünyayı…
***
Ama nasıl değiştireceğiz, neyle değiştireceğiz, neye dönüştüreceğiz?
Bir adamın hikayesini anlatmanın vaktidir. 250 milyon insanı değiştiren bir adamın hikayesini…
Kendi halinde bir tüccardı o. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinsten... Kanaatkâr bir esnaftı, kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi işyerine. Çalışanı iyi bir satış yapmış, iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:
- Hangi kumaştan sattın?
- Şu kumaştan efendim.
- Metresini kaça verdin?
- On akçeye.
- Nasıl olur?" diye hayret etti;
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?
Çalışan gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik isteyip fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. “Hakkını helal et ne demek?” diye mırıldanarak gitti oradan. Ama aklından da çıkmadı bu soru.
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Kral kumaş tüccarını saraya çağırdı ve sordu:
- Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
- Ben bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral şaşkındır.“İslâm nedir, Müslümanlık neler emreder?” gibi peşpeşe sorular sorar. Birer birer sorularını cevaplar tüccar. Kral ilk defa duymaktadır böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul eder. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman olur.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştır.
Bir adam çok şeyi değiştirir.
Sen, ben, biz çok şeyi değiştirebiliriz.
Yeter ki harekete geçelim.
Yeter ki isteyelim.
Var mısın bugün başlamaya?