Coğrafyamız.
Osmanlı'dan sonra talan edilen coğrafyamız.
Aradan 100 yıl geçtikten sonra acaba “Yeniden 'İslam Dünyası' olabilir mi?” diye umutlandığımız coğrafyamız.
Umutlandığımız ama zaman zaman da “Osmanlı'nın çözülüşü devam mı ediyor?” diye kaygılandığımız coğrafyamız.
Benim yazılarımı devamlı okuyanlar bu coğrafyadaki alt-üst oluşları değerlendirirken şöyle bir cümle kurduğumu hatırlarlar: “Coğrafyamızda alt alta üst üste bir boğuşma yaşanıyor. Bir silah patlayacak ve boğuşanlardan birisi vurulacak. Biz boğuşanlar birbirine sarıldığı için vurulanın kim olduğunu az sonra, birisi cansız yere düştüğünde anlayacağız. Ya da bir kovboy filmindeki gibi, iki kişi düello için karşı karşıya gelecek, silahlar ateşlenecek, her ikisi de bir süre ayakta kalacak, acaba kim vuruldu, az sonra düşenle anlayacağız kimin vurulduğunu.”
Zaman zaman bölgedeki oyunun bir satranç oyunu olduğundan söz ediyorum. Hamleler yapılıyor, piyonlar alınıyor, veriliyor, kim ne zaman “Şah-mat” diyecek, satranç oyununun savaş oyunu olması, Şah'a varışın uzun ve girift oyunlarla gerçekleşiyor olmasından...
İbrahim Karagül, Yeni Şafak'ta “Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük tehdidi ile yüz yüze. Çünkü ilk kez açıktan çok uluslu bir cephe ile karşı karşıya” diye yazmış, sonra o cepheyi çözümlemiş:
“Bir ABD – İngiliz - İsrail haritalandırması ile karşı karşıyayız. Yani 'eksen'in birinci hedefi İran ise ikinci hedefi Türkiye'dir.”
Karagül bu cümleyi,“Bu hesaplar S. Arabistan'ı da BAE'yi de aşıyor” cümlesinden sonra kuruyor.
Yani Amerika – İngiltere- İsrail ekseni var. Onun bölgede işbirliği yaptığı Mısır – Suud - BAE grubu var. Hatta Karagül, içerde de bu eksen”in uzantılarından söz ediyor ve bu arada “PKK/PYD kriptoları, FETÖ artıkları, NATO bağlıları”nı sayıyor, hatta “muhafazakar muhalifler” diye bir ekleme yapıyor. Bir anlamda sağım-solum-önüm-arkam düşmana çıkıyor.
Karagül diyor ki, bu eksen, Türkiye – İran eksenine karşı oluşturulmuş durumda.
Gerçekten böyle mi? Biz Türkiye olarak böyle bir eksenin içinde miyiz, bunu seçtik mi, Rusya bu eksenin neresinde? Barzani nerede? PKK – PYD nerede?
Sahaya baktığımızda Suriye'de roller karışıyor, Irak'ta karışıyor, Kürtler konusunda Irak'ta nerede durulur, Suriye'de nerede durulur, biz nerede dururuz, Amerika – İngiltere - İsrail ekseni nerede durur, İran, Rusya nerede durur?
Irak'ta ve Suriye'de farklı ideolojik eğilimdeki Kürt hamlelerine karşı tavır Türkiye'ye nasıl yansır?
Yine Karagül'ün resmettiği “kara tablo”ya bakalım: “Araplar, Türkler, Farslar ve Kürtler arasında belki yüz yıl sürecek düşmanlıkların temelleri atılıyor.”
Karagül “küresel proje” diye nitelediği bütün bu oyunu“küresel akıl”a bağlıyor. Hani “Üst akıl” vardı ya, muhtemelen onu kastediyor.
Aslında coğrafyamıza baktığımızda hem ülkemiz adına hem bütün bir İslam dünyası adına karşı karşıya bulunduğumuz tehdidi görmemek mümkün değil.
İşin kötüsü, savaş vekalet savaşı ve kürüsel akıl, “vekiller”i bizim coğrafyamızdan devşiriyor.
Çare ne? Ülkemizi ve coğrafyamızı nasıl savunabiliriz?
Karagül yukarda bahsettiğim karşı karşıya bulunduğumuz tehdidi not ettikten sonra diyor ki, “... Öyleyse İran ve Rusya ve Şam yönetimi dahil, daha kapsamlı, derin, kalıcı anlaşmalara varmayı zorlamak gerekiyor.”
Nasıl? İçi dolu bir hesap mı bu, olmayacak duaya amin mi? İttihatçıların Almanlarla ittifakına benzemiyor mu?
Almanya'nın yerine Rusya'yı mı koymuş oluyoruz şimdi, küresel hesaplaşmada?
Özal “Irak'ta bir koyup üç alalım” dediğinde ben “salto atacaksanız o güce sahip olmalısınız” diye yazmıştım. Greko-Romende salto zor bir oyundur.
Yazıyı Sabah'tan, Mehmet Barlas'tan birkaç cümle alıntılayarak bitireyim:
“Diğer ülkeleri düşman değil dost kılmak, Türk dış politikası açısından daha akılcı bir tutumdur. En önemlisi de iç politikada düşman ilan etmek akla yatkın değildir. Özellikle muhalefet partilerinin ve özgür basının varlığı demokrasinin sağlığının ana şartıdır.”
İsterseniz bu satırları Barlas'tan Hükümete “sübliminal” mesajlar olarak okuyabilirsiniz. Sabah'ta üstelik.