Cuma günleri anayasa konuları yazmak istiyorum ama ülkemizde öyle seyler oluyor ki bazen parantezler açmak zorunda kalıyorum; bugün de öyle bir konuya değineceğim.
***
Hüseyin Kahraman isimli bir vatandaşımız bir kız yetiştirme yurdunda (yurdun ismini ve nerede olduğunu söylemiyorum) müdür idi ama 1999 senesinde bu yurda emanet edilmiş ve yaşları 11 ile 13 arasında değişen üç küçük kız çocuğıuna tecavüz etti, yargılandı, yirmi sene hapise mahkum oldu, cezasını çekti, infaz yasasından da yararlanarak geçtiğimiz günlerde tahliye oldu.
Buraya kadar normal gibi duran bir senaryo ama işin ilginç tarafı Sayın Kahraman’ın tahliye olduktan hemen sonra görevine iade edilmiş olması; 11 ile 13 yaşları arasında üç kıza tecavüz eden müdür tahliye sonrası aynı kız yetiştirme yurdundaki müdürlük görevine döndü ve görevine başlarken de kullandığı ilk ifade “Nerede kalmış idik?” oldu.
Bilemiyorum çok başarılı bakanımız Sayın Fatma Şahin böyle bir senaryoya nasıl tepki verir idi?
***
Yukarıda sunduğum senaryonun, ismi üzerinde senaryo, gerçeklikle hiç bir ilgisi yok, olsa idi de zaten Sayın Fatma Şahin böyle bir göreve iadeye asla izin vermez idi.
Ancak, bu senaryoya çok ama çok benzeyen başka bir senaryo, bu kez gerçeklikle çok örtüşen bir senaryo geçtiğimiz hafta yaşandı ülkemizde.
Bu yaşanan için bile hala senaryo demek istiyorum zira kolay inanılabilecek bir mesele değil.
Malum, geçtiğimiz günlerde Ergenekon davasının ilk kararları açıklandı.
Daha henüz Yargıtay aşaması var ama ortada bir de şimdi bir mahkeme kararı var, mahkumiyet alan kişiler artık sanık değil, mahkum, masumiyet karinesinden bahsetmek de mümkün değil.
Haklarında mahkumiyet kararı verilen kişiler arasında bir de general var, yedi sene bilmem kaç ay darbecilikten ceza aldı, içeride kaldığı süre gözönüne alınarak kararla birlikte serbest bırakıldı.
General tutuklanmadan önce Genelkurmay’da adli işlerin başında idi galiba, tutuklandı, hapis yattı, beraat etmedi, darbecilikten hüküm giydi, serbest bırakıldı ve tahliye sonrası general üniformasını yeniden üzerine giydi ve Genelkurmay Karargahında hukuk işleri genel müdürlüğü gibi bir göreve döndü.
Evet, şaka yapmıyorum, Ergenekon davasında hüküm giyen bir general, yani darbecilikle suçlanıp ceza alan, artık masumiyet karinesi söz konusu değil, bir kişi tahliye oldu ve Genelkurmay’ın “HUKUK İŞLERİ”nin başına getirildi.
Sözün bittiği bir yer varsa herhalde burasıdır.
Bu göreve iade işlemi nasıl bir şeydir, bu işlemin altında kimin imzası vardır, işlemin mantığı nedir?
Darbecilikten ceza alan bir generalin Genelkurmay hukuk işlerinin başına getirilmiş olması asrın mizahı olarak tarihe geçecektir herhalde.
Göreve başlayan generalin ilk lafı da “nerede kalmış idik?” olmuş.
Nerede kaldıkları malum da nereye gidecekleri bu işlem sonrası belirsiz doğrusu.
Bu atama işlemi TSK’nın hukuk anlayışının da çok mizahi bir dışa vurumudur.
Bu atama işleminin altında Milli Savunma Bakanı’nın imzası, onayı var mıdır?
Bu işlem gerçekleştiği zaman twitter üzerinden bir eleştiri yazdım, muhafazakar tandanslı olduğunu düşündüğüm kişilerden destek yanıtları aldım, TSK’nın hukuk anlayışı, haklı olarak, bu tweet’lerde yoğun eleştiriliyor idi.
Ancak, “bu kararın altında Milli Savunma Bakanı’nın imzası, onayı yok mu?” mealinde bir tweet attığımda ilk tweet’imi destekleyen ve muhafazakar olduklarını düşündüğüm arkadaşlar tweeter ortamında bir anda sırra kadem bastılar.
Bu işlere ilkeler üzerinden değil de işlemi kimin yaptüığı üzerinden yaklaşıldığında çelişkilere düşmemek mümkün değil galiba.
İşlemi TSK yaptı ise kötü, işlemin altında Milli Savunma Bakanı’nın da imzası, onayı varsa “vardır bir bildiği” mantığı ile Türkiye demokrasi ve hukuk devleti yolunda fazla bir mesafe alamaz kanısındayım.
Dürüst olalım, darbecilikten mahkum olmuş bir generalin Genelkurmay hukuk işlerinin başına getirilmesi ile tecavüzden mahkum olmuş birinin kız yetiştirme yurduna müdür olması senaryosu arasında ne fark vardır?
İşlemin mutlaka bir kanuni kılıfı vardır ama mızrak kılıfına sığmamaktadır.