TBMM, en zor şartlarda kuruldu. 23 Nisan 1920. Savaş ve işgal zamanları. Bir imparatorluk bütün topraklarını kaybetmekle yüz yüze kaldığı ağır tarihi dönemler. Mustafa Kemal, Sivas Kongresinden sonra Ankara'ya geliyor. İstanbul'da Meclisi Mebusan, işgalden ötürü son toplantısı ile dağılıyor. Misak-ı Milli kararı alıyor. Buradan gelen, Sivas Kongresinden gelen ve Anadolu ve Rumeli Müdafayi Hukuk'tan gelen katılımla meclis açılıyor.
Bütün savaş boyunca TBMM, en yetkili organ. Meclis ile Mustafa Kemal başkomutan atanıyor. Çok ciddi eleştiri ve muhalefet de yer buluyor. Hüseyin Avni Ulaş bu muhalefetin bilge aktörü. Bilgi, iman ve milli bilinciyle bunu temsil ediyor.
Bu zor ve çatışmacı ortamda bile Mecliste insan dövülmüyor. Küfürler ve şiddet teşvik söylemleri yer almıyor. Muhalefetin zaman zaman artan şiddet dozuna rağmen yine de savaş boyunca o Meclis çalışmaya devam ediyor. Meclis Başkanı ve en yetkili kişi de bir komutan. Çünkü komutan için her "oyun" bir savaş, bir kavga. Buna rağmen Meclis açık kaldığı süre zarfında şiddet mekânı olmuyor.
Türk demokrasi tarihinde her darbe sonrası TBMM kapatıldı. Darbeciler, oligarşi, sivil dışı güçler, vesayetçi rejim taraftarları her zaman TBMM'nin saygısını ve itibarını düşürmek istedi. Bunun için kimi zaman koalisyonlarla paramparça bir tablo oluştu. Bir türlü cumhurbaşkanı seçmeyen ve ülke yönetmede yetersiz kalan bir meclise dönüştü. Sadece yasama değil, yürütme ile de milletin gözünde düştü.
Toplum nezdinde siyaset yeri her zaman TBMM görüldü. Başbakan, vekil, bakanlar demekti siyaset. Bunlar da Mecliste yer alıyordu. Cumhurbaşkanı siyasette sterildi. Erdoğan ilk defa bunu değiştirdi. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçildi, başkan oldu. Hem halk oldu hem de devlet.
TBMM, teorik olarak yasama ile somutlaşsa da halk onu siyasetin meydanı, merkezi, faaliyet yeri olarak algılamaya devam etti. Bunu iyi bilen oligarşik yapılar, sivil siyaset dışı güçler de TBMM zayıflatarak ve halkın gözünde itibarını düşürerek etkinliklerini sürdürdüler. Vekil, bakan, parti, iktidar Meclis pratiğinde fırıldaklar, rüşvetçiler, koalisyonla birbirini yiyenler, beceriksizler algısı içine yerleşiyordu.
Elbette TBMM'nin itibar kaybetmesinin başka pratikleri de var. Birbirine küfreden, kavga eden, döven, şiddet uygulayan ve bölücülük üreten söylemlerde bulunan bir yer haline gelmesi. Demokrasi meydanı bir anda kavga meydanı, saygısız insanlar meydanı ve bölücülerin konuştuğu meydana dönüşüyor. Demokrasi için en büyük tehlike budur. Millet iradesi için en büyük tehdit de budur.
Türk demokrasisi en geniş katılım imkânı sunmaya çalışıyor. Bu nedenle terör örgütü ile etkileşimi ifade eden kimi tutum ve söylemler içinde yer alan DEM gibi ve yine TİP gibi partilere de yer veriyor. Demokratik katılım siyasi olarak insanı medenileştirir. Bu medeniliğin başında da meseleleri konuşurken ve tartışırken barışçıl bir tutum içinde olmak gelir. Savaşçı ve kavgacı tutumlar burada devam ederse ne çoğulcu temsil imkânı gelişir ne de demokrasi. Vesayetçi ve otoriter güç odakları bunları göstererek daha fazla tekçi bir siyaseti savunmayı dayatırlar. Sorunların sadece kavga ve şiddetle çözülebileceğini mecliste yaşananlar da zaten göstermiş oluyor.
TBMM, yeni sistemle beraber çalışan önemli bir milli irade yeridir. Oraya seçilen, orada temsil imkânı bulan bütün siyasetçilerin mesuliyeti var. Uzlaşma kültürü ile çoğulcu demokratik siyaset gerçekleşir. Yumruğun ve küfrün değil, aklın ve bilginin konuşması gerekir. Yeni anayasa yapacak bir Meclis için buna daha çok ihtiyacımız var.