26 Haziran 2024 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde Bülent Orakoğlu yazdığı makaleye bu başlığı koymuştu.
Haklıydı çünkü eğer Muhafız Alayı'na bağlı 'TBMM Muhafız ve Tören Taburu' kaldırılmamış olsaydı 15 Temmuz gecesi TBMM açılamayabilir ve oradaki tarihi direniş yaşanamayabilirdi!
Darbe girişiminin yaşandığı gece önce Başkan Erdoğan'ı aradım. Koruma müdürü Muhsin Bey açtı telefonu ve "Yoğunuz!" diyerek Reis'in hayatta olduğunu haber verdi.
Direniş başlamıştı!
Peşinden TBMM Başkanı İsmail Kahraman beyi aradım. "Meclisi toplantıya çağırdım ben de meclise gidiyorum yoldayım!" cevabını verince rahatladım.
Milli medya zaten direniyordu.
MİT'ten ve genel kurmaydan çatışma haberleri geliyordu.
Bu hain girişimin başarılı olamayacağı görünüyordu!
O saatten sonra dünya basınına cevap vermeye yoğunlaştım.
Türk medyasında Arapça konuşabilen birkaç kişiden biri olduğum için 30 senedir aranan bir gazeteci olarak telefonum susmak bilmiyordu. Gece boyunca onlara cevap yetiştirmeye çalıştım.
Direniş sokakta, medyada, kurumlarda sürüyordu.
Liderine kavuşan millet darbecilere karşı canı pahasına direniyordu!
Tekrar başlığa dönecek olursak eğer Muhafız Alayı'na bağlı tabur kaldırılmamış olsaydı o gece meclis açılamayabilir ve meclisteki o tarihi direniş sergilenemeyebilirdi.
Zira TBMM ve üyelerini koruma görevi olan Muhafız Alayı'na bağlı tabur darbelere karşı meclisi korumamış darbecilerle birlikte hareket etmişti.
Aslında koruma görevi de göstermelikti. Taburda görevli erler bile milletvekillerine selam bile vermezlerdi.
Polis memuru milletvekilini görünce selam durur ama tabura bağlı er aynı saygıyı göstermezdi. Onun bir kabahati yoktu, öyle emir almıştı!
TBMM'de görevli polis memurları normalde 19.00'a kadar görev yaparlar 19.00'dan sonra güvenliği Muhafız Alayı'na bağlı tabura terk ederlerdi.
Kapıdaki görevli erler milletvekillerini tanımadıkları için 19.00'dan sonra bürosuna gitmek isteyen milletvekili sorunlarla karşılaşırdı.
Mesela 2005 senesiydi, o zaman CHP Yalova Milletvekili olan Muharrem İnce 19.00'dan sonra bürosuna gitmek istemiş yanında da kimliği yokmuş, erler tanımadıkları için içeri almamışlardı!
Tabur ayrıca milletvekili bürolarının hemen bitişiğindeki kışlada gürültülü eğitim yaparlardı. Ben meclis başkanlığına bu gürültüyü şikâyet etmiştim.
Her neyse ben vekilliğim boyunca mesleğimi bırakmadım Yeni Şafak gazetesindeki yazılarıma devam ettim.
7 Aralık 2005 tarihinde Yeni Şafak'ta "Daha sivil bir görüntü" başlığı altında bir yazı yazdım.
O yazıda hem muhafız alayının kaldırılması gerektiğini hem de Ankara'nın bir askeri şehri andırdığını dolayısıyla bu görüntünün demokratik bir ülkeye yakışmadığını; askeri birliklerin başkentten taşınması gerektiğini yazdım.
Hükümete 27 Nisan'da muhtıra veren anlayışa sahip dönemin Genel Kurmayı, benim hakkımda münferit hezeyan diye bir açıklama yaptı.
Daha önce yaşanan darbeleri sanki kendisi yapmamış gibi benim yazımı "Bağrından çıktığı yüce Türk ulusunun önce gözünden sonra gönlünden uzaklaştırma gayreti" olarak değerlendirdi ve bir hafta boyunca ben tartışma konusu oldum.
Sonra ne mi oldu?
Tabur 21 Aralık 2011 yılında kaldırıldı; görevli personel Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na gönderildi ve meclisin güvenliği aynı gün polise devredildi.
Taburun kaldırılması darbecilerin meclis ayağının etkisiz hale getirilmesiydi.
Meclisteki ayak kaldırılmıştı ama Ankara'yı çevreleyen ve siyasete müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmiş olanların dayandığı askeri birlikler başkentteydi.
Ve 15 Temmuz'da bu birlikler -ki ben yazımda Ankara'dan uzaklaştırılmaları gerektiğini yazmıştım- seçilmiş hükümete karşı bir darbeye kalkışmıştı.
15 Temmuz'da benim ne kadar haklı olduğum anlaşıldı!
Ankara'daki askeri birliklerin tamamının şehir dışına taşınması kararlaştırıldı ve taşındı!
Ordumuz milletin gözünden mi düştü?
Tam tersi, ordumuz 15 Temmuz'dan sonra siyasete değil asli görevine yoğunlaştı ve başta Suriye'nin kuzeyine yapılan üç askeri harekât ve terörle yaptığı mücadeleler ile milletin gönlünde taht kurdu.
Her kişi ve kurum kendi alanına yoğunlaşır ve başarılar elde ederse itibarı da artar sevgisi de.
Asker için de bu böyledir, sivil için de!
Birileri dini cemaat kisvesi altında yabancı istihbarat örgütlerinin yönlendirmesiyle siyaseti dizayn etmeye çalışır kimi rütbeliler de onlara kanarsa kendi alanlarının dışına çıkmış olurlar ne itibarları kalır ne de rütbeleri!
Ömürlerini geçirecekleri yer ya gurbet ya da mahpus damıdır!
Kazandıkları tek şey ise milletin nefreti olur!
Kaldı ki 15 Temmuz kalkışması yabancı istihbarat örgütlerinin içimizdeki satılmışları kullanarak düzenlediği tam bir darbe ve işgal girişimiydi.
PKK'yı DAİŞ'i bölgeye musallat eden güç FETÖ'yü de içerde organize etmişti.
FETÖ PKK'dan da DAİŞ'ten de daha tehlikeliydi.
Çünkü PKK ve DAİŞ görünen ve bilinen düşmandı. FETÖ ise, ordu, polis yargı ve medyaya sızmış içimizdeki görünmeyen düşmandı.
Onca tasfiyeye rağmen yapılan operasyonlardan hâlâ kripto elamanların var olduğunu görüyoruz.
Görünmeyen düşman görünenden daha tehlikelidir!
Hele de içimizdeyse!