Hepimiz artık biliyoruz ki, Türkiye’nin büyümesinin ve kalkınmasının önündeki en büyük engel PKK sorunudur.
PKK ve Kandil terör tesislerinin ortakları da pekala biliyorlar ki, Türkiye’nin kalkınmış ülkeler ligine yükselmesini durduracak ve bölgesinde daha güçlü bir şekilde inisiyatif almasını engelleyecek tek güç terör örgütüdür.
Çünkü, Başbakan Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin son on yıldaki kalkınmışlık göstergeleri geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde gelişmiş ve bu sayede dünyada parmakla gösterilecek ender ülkelerden birisi haline gelmiştir.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorunu konusundaki duyarlığını biliyoruz. Erdoğan’ın, 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmayla inkar ve asimilasyon politikalarını tersine çevirerek başlattığı ‘demokratik hakların iadesi’ süreci bunun en önemli göstergesidir.
Ancak, Kürt halkının demokratik hakları iade edildikçe, Türkiye bölgesel ve küresel ölçekte diplomasi alanını genişlettikçe terörün sivilleri de hedef alan boyutta azgınlaşması izaha muhtaçtır.
Çünkü son on yılda, ekonomik ve demokratik alandaki gelişmeler göstermiştir ki, terörsüz bir Türkiye’yi tutmak mümkün değildir. Bunun için de, ne yapılıp edilip Türkiye’yi ayağa kaldıran Tayyip Erdoğan durdurulmalıdır.
Bu meyanda, Kandil’in terör ortaklarını anlamak mümkündür.
Çünkü, özellikle bölgesinde daha güçlü inisiyatif alan bir Türkiye, bazılarının hesaplarını bozabilir.
Ancak Türkiye içindeki, irili ufaklı bütün karşıt grupların PKK üzerinden Erdoğan’a karşı muhalefet üretmelerini anlamak mümkün değildir.
Yani, Tayyip Erdoğan olmadığı zaman, ‘Kürt sorunu’ daha mı kolay çözülecek? Elbette hayır, Türkiye’nin siyasi tarihi ortada, on yıl öncesine kadar Kürt sorununu telaffuz etmenin bile ‘sakıncalı’ olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Eğer Erdoğan, bütün siyasi risklerine rağmen elini taşın altına koymamış olsaydı, hala inkar ve asimilasyon politikalarının kıyıcı sonuçlarını yaşıyor olacaktık.
Aslında, bugün muhalefet edenler de dahil olmak üzere herkes ‘Kürt sorunu’nda Türkiye’nin nereden nereye geldiğini çok iyi biliyor.
Mesele şudur; bir şekilde Tayyip Erdoğan’la hesabı olan muhalefet partileri ve bazı mahfillerin muhalefet yapmak için ellerindeki tek argüman PKK’dır.
Mesela, Türkiye’ye ilişkin hiçbir elle tutulur proje geliştiremeyen MHP için, ‘demokratik açılım’ ve silah bıraktırmaya yönelik ‘MİT-İmralı’ görüşmeleri üzerinden “ihanet” sloganıyla siyaset yapmak en kolay yoldur.
Erdoğan’la temelde kan uyuşmazlığı içinde bulunan liberal- sol için ise, PKK en elverişli muhalefet alanıdır. Erdoğan’ın gitmesi için, eğer bir işe yarayacaksa, PKK’yı Erdoğan’a tercih etmekte bir beis görmeyeceklerdir.
Ulusalcı ve Ergenekon muhibbi kesimler için ise, PKK’nın Türkiye’ye ve siyasi iktidara vereceği zarar bir kazanç olarak görülmektedir.
Önünde aklı başında siyaset üretmekten başka bir seçeneği bulunmayan CHP ise, maalesef Kılıçdaroğlu ile ne yapacağına bir türlü karar veremeyen bir görüntü çizmektedir. Kürt sorunu konusunda fazlasıyla aklı karışık durumda olan CHP, ‘eski CHP’nin geleneksel kodlarına geri dönerek, AK Parti iktidarının attığı ‘çözüm’ adımlarından siyasi malzeme üretmenin derdine düşmüştür.
Sonuçta, Başbakan Erdoğan bu kanlı sorunu çözmede tek başınadır. Kanın akmaya devam etmesi, anaların ağlaması kimsenin umurunda değildir. Ama Erdoğan’ın umurundadır. O bütün yalnızlığına rağmen, silahların bırakılmasını sağlamak için MİT’in İmralı ile görüşmelere başlama kararını verebilmektedir.
Evet, kritik dönemlerde ‘cesur’ adımlar atmak bir siyasetçi için zor bir karardır. Ama unutmayalım ki, siyasi liderliğin değeri de böyle dönemlerde ortaya çıkmaktadır.