Türkiye 1918’in Türkiyesi değildir” diyor Sayın Cumhurbaşkanı.
Bu, bir tarih muhasebesinin ortasındaki cümle. Öncesi var, bugünü var.
1918, Sevr’li yıllar. Tayyip Bey’in ifadesiyle “Nerdeyse yarım asırdır süren kesintisiz savaşların yorgunu olan millet”e, bir avuç toprağın bırakılmak istendiği yıllar. Misak-ı Milli hedeflerinin hayata geçirilmesine müsaade
edilmeyen dönem.
Diyor ki Tayyip Bey: “Bugün orada yarım bıraktıklarını tamamlamak istiyorlar. Türkiye’yi parçalamak, yok etmek... Dünyayı hala 1918 şartlarında yönetmeye çalışanlar, bırakın haklarımızı vermeyi elimizdekileri de almanın derdindeler. Şu andaki oyun budur.”
Bununla, Irak’ta, Suriye’de yürütülen ve bir ucu Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alan yeni Sykes - Picot hesaplarına işaret etmiş oluyor. FETÖ, PKK/PYD, DEAŞ bilmem ne... Böyle bir operasyonun aracı Sayın Cumhurbaşkanına göre...
İşte orada “Türkiye 1918’in Türkiyesi değildir” diyor Sayın Cumhurbaşkanı.
O değerlendirme içinde “Dünya 5’ten büyüktür” geliyor.
İlk sözler Birinci Dünya Savaşı sonrasının sorgulanması ise ikincisi de, İkinci Dünya Savaşı sonrasının sorgulanması.
Sayın Cumhurbaşkanı, dünyanın, 1945’ler dünyası olmadığını da seslendirmiş oluyor.
Bugünün Türkiyesine ilişkin olarak da şunları ifade ediyor Sayın Cumhurbaşkanı:
“Unuttukları bir şey var, Türkiye 1918’in Türkiyesi değildir, bunu da böyle bilelim. Bu millet, neredeyse yarım asırdır süren kesintisiz savaşların yorgunu olan millet de değildir. Tam tersine kazanımlarına sıkı sıkı sahip çıkan, kaybettiklerinin muhasebesini yapan bir millet vardır. Vatansız kalmanın ne demek olduğunu yakın çevresinden bilen bir millet vardır. Kurtuluş Savaşımızı başarıya ulaştıran stratejinin sloganı neydi biliyor musunuz? “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” Bugün tek bir alanda da sorun yoktur, mücadelemiz her alanda sürecektir bundan kimsenin şüphesi yoktur. Bugün satıh sadece vatan topraklarının sınırları da değildir, tüm meselelerdir, tüm dünyadır.”
“Gerektiğinde alın terimizle, gerektiğinde bileğimiz, gerektiğinde kanımızla bu mücadeleyi vermeye mecburuz.”
Evet, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bugün yaşananları anlamlandırmak planında kendi içinde yaşattığı tarih muhasebesi ve onun içinden çıkardığı mücadele çerçevesi bu.
Bunun bir hesaplaşma, hem de büyük bir hesaplaşma olduğunda kuşku yok.
Gerek 1918’ler dünyası, gerekse 1945’ler... İki büyük cihan harbinin sonrasındaki dünya düzenlemesini işaret ediyor. Yani arkasına iki dünya savaşını alan düzenlemeler bunlar.
Birincisinde biz, bir dünya devletini kaybettik. Anadolu topraklarına sığıştık. Sığıştık, diyorum, çünkü Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan ve diğer Osmanlı topraklarından buraya sığındı Osmanlı çocukları... Anadolu, bir ümmet sığınağı oldu.
O dönemin kadrolarının diplomatik – siyasi mücadele planında artıları eksileri tartışılabilir ama olan bitende “yarım asırdır savaşlardan yorgun düşen bir millet”le daha ne kadar sıcak savaş verileceğine dair endişeleri de gözardı etmemek gerekiyor.
Misak-ı Milli hedeflerine yönelik arayışın tüm Cumhuriyet döneminde derin bir hasret halinde devam ettiği de söylenebilir.
Bugün, Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözlerinden, hem eldekileri korumak, yani eldekilere yönelik tehditleri bertaraf etmek, hem de, Misak-ı Milli tashihleri yapmak gibi bir iç muhasebe yaşandığını algılıyoruz.
Bizim algıladığımız bu iç muhasebeyi, hem 1918 dönemi mirasçılarının hem Yalta – Tahran – Potsdam mimarlarının algıladığını da dikkate almak gerekiyor.
O da iç muhasebemizi belki de küresel anlamda “Büyük hesaplaşma” haline getiriyor.
Bu hesaplaşma da, hiç şüphesiz hayati bir kuvvet muhasebesini zaruri kılıyor.
Amerika, Rusya, AB ve netleşmemiş İslam dünyası ile yaşadığımız sancılar bunun uzantısı. Çok dikkatli yürümek lazım bana göre.