Sadece neyi nasıl konuştuğunuzun değil, nerede durduğunuzun değerli olduğu bir zamandayız. Belki de doğru olan, sadece ve sadece nerede duracağınızdır. Peki bir yerde durmak, dahası seyretmek; ağızlardan düşmeyen ifadesiyle ‘tarafsız’ olmak mıdır? Başka bir soruyla, nerede duracağınızı bulduktan sonra olup bitene karışmadan, böylece kimseye haksızlık etmeden devam etme imkanı mı elde ederiz?
Düşünce hayatımızın yaşayan en önemli isimlerinden Teoman Duralı’nın cümleleriyle devam edelim: ‘...Haksızlık etmekten kaçınmak, taraf tutmamak anlamına gelmez. Tarafsızlık, ahlaksızlıktır. Haksızlık etmek ise, adaletsizliktir, yani, zulmdür.’ (Çağdaş Küresel Medeniyet, Dergah Yayınları, s.110)
Türkiye’nin nereye gittiği sorusu üzerine kafa yorduğunu iddia edenlerin kahir ekseriyeti, bulunduğu yerden emin. Çünkü onlara bu gelecek üzerine verilen bir yol haritası var. Yol arayan şaşkın turist saflığıyla, eline tutuşturulmuş o haritaya bakıp ‘Şimdi şuradayız, buradan da şuraya gideceğiz’ heyecanını taşıyorlar.
Tarif edilen bir yeri kabullenip orada duruyorsanız, bu size elbette büyük bir konfor bahşeder. Hele yapılan tarifi sorgulamadan kabullenmişseniz işiniz daha da kolaydır. Orada durur ve söyleneni tekrar edersiniz.
Bu, size aynı zamanda yoldan çıktığını düşündüklerinizi ‘yola getirme’ hakkı da tanır. Bir kere elinizdeki haritaya iman etmişseniz, ona uymayanı, her türlü araç-gereç ve yöntemle yola getirmeyi ilahi bir sorumluluk gibi kabul edersiniz.
***
Türkiye, uzun asırlardır belki de ilk defa eline tutuşturulan yol haritasını sorgulamaya başladığı için bunca operasyonun ve hamlenin muhatabı. Elindekinden emin olanlar, bunu bir başkasının hangi maksatla ve nasıl bir planla çizdiğini sorgulayarak konforlarını bozmak istemiyor.
Hesap sahibi olmak yerine, hazır hesapların parçası olmayı tercih edenler, elbette ‘huzur’larını bozanların karşısına dikilecek, elbette onlarla sonuna kadar mücadele edecek. Aksi nasıl düşünülebilir ki!
Türkiye’de halihazırda öngörülemez bir liderliğin varlığı, sadece bölgesel ölçekte değil, küresel hesaplarda da ciddi bir gündem teşkil etmekte. Ankara’nın beklenmedik çıkışları, hamleleri; Soğuk Savaş sonrası dünyayı yeniden düzenleme iddiasındaki güçlerin hesaplarını bir hayli sarsmışa benziyor.
Kuşkusuz dünyada söz sahibi olan güçler, yakın geçmişe kadar istedikleri gibi hareket ettikleri bir coğrafyada ikide bir çıkıntılık’ yapan, Mısır’dan Bangladeş’e kadar her yerde sözünü sakınmadan söyleyen bir Türkiye’den hoşnut değiller.
Ancak gücünü gerçekten taşıyabilen, sahici hale getirebilen bir Türkiye, kesinlikle herkes için daha değerli bir muhatap olacaktır.
Özellikle yakın gelecekte kendisine istediği yeri bulamayacağı endişesine kapılanların çıkardığı gürültüye ve propagandaya rağmen Türkiye, herkesle kavgalı, çatışmacı bir güç olarak sahneye çıkmıyor. Bugün belki de en kuvvetli biçimde dile getirilmesi gereken tez bu. Zira Ankara’yı köşeye sıkıştırmak için hamle yapan tuhaf ittifakın dayandığı en önemli tez, bu saatten sonra Tayyip Erdoğan liderliğindeki siyasetin sadece kavga ve çatışma üreteceğidir.
Türkiye, bundan sonra bölgesinde ve dünyada bir taraftır, haksız ve yanlış bulduğu herşeye gücü yettiğince tepki gösterecek, çözüm masalarında hak ettiği yeri de bulacaktır. Yeter ki kendi içinde iktidar dengesini doğru dürüst yerine oturtabilsin, yeter ki herkes artık kendi bildiği işi yaparak siyasetin yakasını rahat bıraksın.
H. G. Wells’in kaç gündür zihnimde dolaşan sözüyle tamamlayalım:
‘Bir tacı ortada bırakırsanız, bir gün kral olmaya azimli biri tarafından giyildiğini görürsünüz.’