İlk yarının bitmiş olması gereken dakikalarda, maçın daha yeni başlaması büyük rezaletti. UEFA, bunun bedelini Lyon’a elbette ağır ödetecek ama; bu gecikmenin bizim futbolcuları olumsuz etkilemesi riski vardı. Neyse ki, o olmadı... Beşiktaş sadece ilk dakikalarda biraz tutuk olmasının dışında, maça özgüvenli başladı diyebiliriz. Oyuna çabuk ısındı. Pozisyon bulmaya erken başladı.
Siyah-beyazlıların en beğendiğim tarafı; Babel’le golü bulduktan sonra; (En azından devreye kadar) skorun üstüne yatma eğilimi göstermemesiydi. Rakibini kontrol ederek, ama kapalı savunmaya geçmeden; üstelik etkili oynaması çok hoştu... Lyon ise; direkten dönen şutu dışında, (Baskılı oynasa da) ilk yarıda pek pozisyon bulamadı. En büyük silahları Lacezette’i, bu dönemde iyi kontrol ettik.
Talisca duran toplarda iyiydi ama, hareket halindeyken çok top kaybetti. Gökhan Gönül de, verimlilikte aksamalar yaşıyordu. Golü atmasına rağmen, Babel bile tam verimli değildi. Ama takım olarak, aksayan yanlarımızı kapamada/beslemede/önlemede enerjik, özverili ve akıllı olduğumuz için, bunların olası zararlarını görmedik.
***
İkinci yarıya, eskisinden daha baskılı ve daha etkili başlayan Lyon; gözdağı veren futboluyla, bizi zorlamaya başladı. Tehlike altındaydık. Bu yoğun süreyi, zorlukla ama kazasız atlattık. Şansımız yaver gidiyordu. Ama oluşan panik duygusundan kurtulamıyorduk.
Kurdukları onca baskıya rağmen, bekledikleri golün bir türlü gelmemesi, Fransız takımını (Sinirle karışık) telaşa sürükledi. Bu da isabet oranlarını düşürdü. Ama savunma ve kaleci hatasıyla, taş ocağından altını çıkaramadık. Yazık oldu.