Benim kuşağım önyargılarla yetişti, hep bir şeylerden ya da birilerinden korkmamız öğütlendi. Kürtlerden, Ermenilerden, Rumlardan, Ruslardan, Amerikalılardan, Avrupalılardan korktuk. Korkmadıklarımızı da önyargılarımızla aşağıladık. Bütün dünyayı kendimize hasım bildik. Herkesin yatıp kalkıp Türkiye’ye bugün nasıl düşmanlık yaparız diye düşündüğünü varsaydık.
Korkularımız genlerimize işledi. Nerede durursak duralım, hangi siyasi görüşe sahip olursak olalım mutlaka bir şeylerden, birilerinden çekindik, korktuk. Demokrasi eksiğimiz, otoriter kültürümüz, içinde yaşadığımız konjonktür özünde hepimize aynı anlatıyı dayattı, aynı tabuları yarattı. Bizleri körleştirdi. Sorunlarımızı çözmemizi, hatta görmemizi engelledi.
***
Hakim anlatı Kürtleri yok saydı, 1915 trajedisini inkar etti, Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğü çözüm zannetti. Bu tutum hep birlikte ağır bedeller ödememize yol açtı. Ancak kendimize güvendikçe sorunlarımızın idrakine varabildik, Kürtlerin var olduğunu, 1915 yılında Ermenilerin büyük bir katliam yaşadığını, Kıbrıs sorununun bir şekilde çözülmesi gerektiğini anladık.
Kabul edelim ki korkularımızı aşamamızı bugün iktidarda olan siyasi anlayış sağladı. Tabuları yıktı, pek çok alanda imkansızı başardı. Abdullah Öcalan Nevruz mesajı yayınlayabiliyorsa, Kürt sorunu şiddetten arındırılabiliniyorsa, iktidar partisinin sağduyusuna, dirayetine borçluyuz. Aynı şeyi Kıbrıs konusunda da söyleyebiliriz, 1915 trajedisinin en azından trajedi olarak tanınmasında da.
Türkiye’nin pek çok sorunu olduğu, eskilerinin üstüne yenilerinin bindiği, siyaset üslubunun kutuplaşmayı keskinleştirdiği doğru. Ama son 10 küsur yıl içinde pek çok tabunun yıkıldığı da doğru. Unutmayalım ki bugün Türkiye’de tarihçiler, gazeteciler özgürce Tehcir soykırımdır diyebiliyor. Kitaplar, makaleler yayınlayabiliyor. Derslerimizde Vahakn Dadrian’ı, Taner Akçam’ı okutabiliyoruz.
Geçtiğimiz yıl Türkiye Cumhuriyeti adına Başbakan Erdoğan’ın 1915 katliamında ölenler için taziye mesajı yayınlanmasını da hafife almayalım. Nihayetinde ana akım gazetelerin Hrant Dink’i manşetten hedef gösterebildiği, katilleriyle güvenlik güçlerinin hatıra fotoğrafı çektirebildiği, cinayetinin malum nedenlerle yıllardır aydınlatılamadığı bir ülkede yaşıyoruz.
Türkiye’de ne yazık ki hala pek çok insan geleneksel korkularını yenebilmiş, tabularından ve önyargılarından kurtulabilmiş değil. Yeni anlatılar insanların zihninde eskileriyle yarışıyor. Topluma yeni korkular körükleniyor. Eski komplo teorileri yenileriyle eşleşiyor. Oy kaybetme kaygısıysa geçmişe referans verilmesine neden oluyor.
Umarız seçim yarışına giren iktidar partisi en azından üç alanda; yani Kürt sorununda, yani 1915’de büyük bir trajedi yaşanmış olduğunda, yani Kıbrıs sorununun Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin hakları korunarak çözülebileceğinde geri adım atmaz. Doğrusu ben atmayacağını, kendi anlatısını feda etmeyeceğini, bugüne kadar aldığı riskleri boşa harcamayacağını düşünüyorum.
***
En sorunlu görünen 1915 trajedisinde dahi Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından 2005 yılında kendileri tarafından yapılan çağrıya atıfta bulunulduğunu ama trajedinin inkarı yoluna gidilmediğini görüyorum. Bir BM toplantısı için geldiğim New York’ta Hudson nehrine bakan otel odamda okuduğum Bilgi Üniversitesi yayını “Divan-ı Harb-i Örfi Zabıtları” kitabı bana umut veriyor.
Bu tür kitapların bizi özgürleştireceğine, tabularımızdan kurtulmamıza yardımcı olacağına, okudukça 1915’de büyük bir trajedi yaşanmış olduğunu göreceğimize, trajedinin hukuki adına değil asıl tanınmasına ve anlaşılmasına önem vereceğimize, sorunun bilgi ya da belge eksiğinden kaynaklanmadığını anlayacağımıza inanıyorum...
*Vahakn N. Dadrian ve Taner Akçam, “Tehcir ve Taktil” Divan-ı Harb-i Örfi Zabıtları: İttihad ve Terakki’nin Yargılanması 1919-1922, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008.