Koca koca adamlar kalkıyorlar 1925 Türkiyesine geri dönmemiz gerektiğini savunuyorlar.
1925’te tekke ve zaviyeleri kapatan kanunun bugün de uygulanmasını talep ediyorlar.
Gerekçe olarak da kendisine bilmem filan “tarikat şeyhi” kisvesine bürünmüş kimi sapkınların iğrençliklerini gösteriyorlar.
Atatürkçülüğü diriltmekten anladıkları şey, yasakçılık ve dayatmacılık.
Bunu bir fikir olarak savunmalarında elbette bir beis yok. Sonuçta demokrasilerde ifade özgürlüğü var. Bu şekilde düşünenlerin kendilerini ifade etmeleri haklarıdır.
Peki neyi mi eleştiriyorum?
Şunu: Bu önermede bulunanların kendi çelişkilerinin farkına bir türlü varmamaları. Kendilerine çelişkileri hatırlatıldığında da ısrarla Atatürkçülük kisvesine sığınarak kendilerini ideolojik doğrucu olarak savunmaları.
Çelişkilerine temel teşkil eden hususların başında demokrasi savunuculuğu geliyor. Ağızlarından demokrasi kelimelerini düşürmeyen bu zihniyet sahipleri ifade ve örgütlenme özgürlüğü bahsinde de mangalda kül bırakmıyorlar.
İstedikleri demokrasi sadece kendileri için.
Kendileri sonsuz ifade ve örgütlenme özgürlüğüne sahip olacaklar ama başkaları asla.
Ellerinden gelse o tarihlerdeki İstiklal Mahkemelerini “Devrim Mahkemeleri”ne dönüştürüp Jakobenler gibi giyotinlerle baş kesmeye bile kalkışırlar bunlar.
Bilmezler ki demokratlık asıl başkalarının hak ve özgürlükleri söz konusu olduğunda takınılan tutumun adıdır.
Asıl demokratlığın “öteki benim eşitimdir” anlayışına yaslandığını hatırlattığınızda kaba faşizmlerini Atatürkçülük adı altında savunmaya devam ederler.
Atatürk’ün bu gardrop Atatürkçülerden çektiğini başka kimseden çekmediğini söylemeye gerek yok.
Tarihsel mecburiyetleri her dönemin mutlak doğrularına dönüştüren bir anlayışın Atatürkçülük adına savunulması, hele de bu faşist kafalar tarafından savunulması Atatürk’ü bu ülkenin ortak değeri olmaktan uzaklaştırıyor.
İşin bir diğer çelişkili yanı şu: İlgili kanunu okumadan savunmaları. O yüzdendir ki “Cemevlerinin de bu durumda kapatılması gerekir!” dediğinizde “Cemevleri hariç!” diyebiliyorlar.
Oysa kanunun ilgili maddesinde dedelik, çelebilik, seyitlik ve babalık gibi Alevi öğretisine ait unvanların da kullanılması ve bu bağlamda bu öğreti doğrultusunda icrai faaliyet gösteren mekanlar da hiddetle ve şiddetle men edilmektedir.
Dolayısıyla dedelerin başını çektiği cemevleri de modern zamanlara ait Alevi örgütlenmesi olarak mahut kanunun kapsamına girmektedir.
Demokrasimizin geldiği bugünkü noktada tarihsel mecburiyet tahtında yapılan bir kanunun günümüze de taşınması gerektiğini savunmak demokrasinin inkarından öte sapkın bir zihniyete tekabül etmektedir.
Kaba faşizmin Atatürkçülük ideolojisi olarak savunulması Atatürk’e hakarettir.
Bu tür bir Atatürkçülüğün CHP içinde veya CHP’yi destekleyen kimi eşhasta zuhur etmesi CHP’nin çözmesi gereken bir sorundur.
Aksi takdirde CHP bu anlayışın savunucusu bir parti konumuna düşer.
Her kesimde ve her toplulukta sapkınlar çıkabilir.
Dini tarikat ve cemaatlerde görülebilecek sapkınlıkların aynısı hatta daha fazlası seküler tarikat ve cemaatlerde de rastlanabilir.
İnsanın olduğu her yerde zaaflar, kusurlar, günahlar ve sapkınlar vardır. Başka türlüsü insan gerçekliğini inkar anlamına gelir.
İnsani zaaflar ve sapkınlıklar üzerinden topyekûn bir topluluğu suçlamak, dahası o toplulukları yasakçılıkla ve baskıcılıkla cezalandırmaya kalkışmak olsa olsa ideolojik bir düşmanlığın eseri olur. Bunun da demokrasiyle ve insafla zerre kadar alakası yoktur.
İşin hem çelişkili ve hem de vahim bir diğer yönü de hukuk kılıfı geçirilmiş yasakçılığın savunulmasıdır.
Mevcut tarikatların veya cemaatlerin yarın FETÖ’ye dönüşebileceğini bugünden söyleyerek yasaklanmasını talep edenler hukuk savunusu altında gerçekte hukuku katledenlerdir.
Bir yanda “Beraatı zimmet asıldır!” diyeceksiniz, bir yanda da yarın suç örgütüne dönüşme ihtimali üzerinden hukuken kapatılması gerekliliğini savunacaksınız, e pes vallahi!
Başka örgütlere yönelik hukuki soruşturmalar açıldığında televizyon ekranlarında “Suçlu oldukları kanıtlanıncaya kadar herkes masumdur!” diyerek masumiyet karinesi üzerinden mangalda kül bırakmayan bu insanların sıra tarikat ve cemaatlere gelince başka bir ölçütü savunuyor olmaları en basit tanımıyla ilkesizlik değil de nedir?
Sadece tarikat ve cemaatlerin değil her türlü örgütlerin devlet tarafından hukuk içinde kalınarak denetim ve kontrol altında tutulmasına hiç kimsenin itirazı olmaz. Ancak kaba faşizmin demokrasi ve Atatürkçülük kisvesi altında hortlatılmasına da zinhar izin verilemez, biline!