“Neden?” diye sormayın lütfen, çünkü Ortadoğu’da fırtınalar estiren bir grup CIA ajanının maceralarına şu sıralarda merak sarmamın görünürde hiçbir sebebi yok. Heyecanlı olması dışında...
Tabii, son Amerika seyahatimden getirdiğim iki yeni kitabın sayfalarında dolaşırken karşıma hep aynı isimlerin çıktığını söylemeliyim: ABD başkanlarından Theodore Roosevelt’in oğlu Kermit (Kim), kardeşinin oğlu Archie ile onlar kadar macera düşkünü Miles Copeland ve Wilbur Eveland...
Dört ‘CIA ajanı’ birbiri ardına darbeler yaptı bu bölgede...
Paraysa para... Kadınsa kadın... Tehditse tehdit... Her yolu deneyerek...
Bölgedeki ülkelerden birinin genç kralının ‘playboy’ şöhreti vardır... Ortadoğu’da kendisi için CIA tarafından çizilmiş sınırlara uymadığı görülen Mısır’ın devlet başkanı Nasır’ı etkisizleştirmeyi kafasına koyan CIA başkanı Allen Dulles o ülkeye John Dayton’u gönderir... Bir gazeteciye göre, Dayton’un seçilmesinin sebebi, eşinin kralın dikkatini çekecek güzellikte oluşudur...
Kadın tamam... Ya para?
CIA ajanı Dayton Kral’ın kendine özel bir istihbarat örgütüne sahip olması gerektiğini işleyip durur. Bu işin saraydan yürütebilmesi için Kral’ın mali kaynağa ihtiyacı vardır. Dayton her ay Kral’ın saraydaki masasına kahverendi zarf içerisinde yeterince para bırakılmasını sağlar... Kral da, Beyrut’a gittiğinde şöhretini işittiği oradaki CIA istasyon şefi Eveland’la görüşür ve ona “Gelin, bizim ülkemizi İngilizler’in elinden alın” teklifini iletir...
Archie Roosevelt, “Nihayet Kral’ın şahsında Nasır’ı dengeleyecek ılımlı liderimizi bulduk” notunu düşecektir anılarına... (Hugh Wilford, s. 252).
Nasır’a neden karşıdır ABD? Daha doğrusu Foster ve Allen Dulles biraderler?
Foster ve Allen Dulles, biri dışişleri bakanlığı, diğeri CIA başkanlığı koltuklarında oturan iki kardeştir ve 1950’ler ABD’sinin dünyaya bakışını bu ikili derinden etkilemiştir.
1952’de Nasır Mısır’ın başına geçince başlarda onunla çalışacağını düşünmüştür ABD...
Ülkemizde New York Times’ı temsil etmiş Stephen Kinzer yeni çıkan ‘Brothers’ kitabında, “Biraderler kısa zamanda Nasır’ın ‘Soğuk Savaş’ paradigmasına uymayacağını fark eder ve hayal kırıklığı yaşarlar” diyor. Foster,ilk tanıştıkları 1953 yılı ortalarında, Sovyetler Birliği’nden ‘tehdit’ olarak söz ettiğinde, Nasır, “Sovyetler ülkemizi işgal filân etmedi; İngilizler ise etti” der...
Kinzer’den (s. 211) okuyalım: “Allen Dulles istihbarat servisini kurması için, cebine üç milyon dolar koyarak, Kermit’i Nasır’a gönderir. Amaç, Arap milliyetçiliğini Amerikan amaçlarına uyumlu hale getirmektir. Amerikan askerleriyle CIA uzmanları Mısır’a gelir, güvenliği sağlamlaştırmak amacıyla 20 milyon dolarlık askeri yardım teklif ederler... Mısır’ın ‘hayal projesi’ olan Asvan Barajı’nı finanse etme sözü de verir ABD...”
Parayı alır Nasır, ama ilkelerinden vazgeçmez... Mısır’ın Washington büyükelçisi Ahmed Hussein, Foster ve Allen Dulles biraderlerin kendilerine karşı çıkan yabancı liderleri yok edecek gücü olduğunu hatırlatır...
“Guatemala’yı hatırlayın” der... Kısa süre önce Guatemala’da CIA destekli bir darbe gerçekleşmiştir...
Nasır Sovyetler ile yakınlaşacağı sinyalleri vermeye başlar. Foster Dulles bunu ‘ahlâksız şantaj’ olarak görür. Nasır blöf yapmaktadır ona göre ve Sovyetler’in satabileceği veya hediye edebileceği öyle ahım şahım silâhı da yoktur zaten...
Mısır’ın Sovyet etkisi altına girme süreci böyle başlar: ABD, sırf Nasır üzerinde baskı oluşturmak için, Asvan Barajı’na yardım teklifini geri çeker... Silâh yardımı taleplerini geri çevirir... Aramalarını cevapsız bırakır... Verdiği sözleri yerine getirmez...
Büyükelçi Hussein’in “Lütfen yapmayın, Sovyetler’in barajla ilgili teklifi cebimde” yakarışına, Foster Dulles, “Madem parayı buldunuz, bize ihtiyacınız yok; yapın bakalım” cevabını verir...
Nasır İngiliz-Fransız konsorsiyumu olan Süveyş Kanalı’nı millileştirir...
Sonrası biliniyor...
Artık bu kadar küstah davranışlara rastlanmıyor ikili ilişkilerde; ama yine de geçmişte yaşananları bilmekte yarar var.