"Tarihin sonu" batının bir hastalığıdır...
Üstelik "teolojik" bir hastalık!
Öyle ki bu hastalık, bütün kavramlarına, bütün kurumlarına sinmiş!
Savaşlar, bu inanç uğruna sürdürülür.
Düşünceler, bu inancın gölgesinde gelişir.
Hatta hukuk, ekonomi ve siyaset, söz konusu inanç çerçevesinde bir toplum tasarlamak için araçsallaştırılır.
Eskatoloji diyorlar buna.
Biraz daha ileri giderek söyleyebilirim ki batının seküler düşünürlerinin fikirlerini kazıyın, altından mesiyanik, eskatolojik bir dizge çıkar.
Bir kurum olarak Kilisenin kurucu babalarının, söz gelimi Augustinus'un skolastik düşüncesini de bu inanç besler, Hegel ve Fukuyama gibi seküler oldukları bilinen düşünürlerin felsefesini de.
Öyle ki, neo-con Fukuyama, Bertrand Russell'ın "Toplumsal bir olgu olarak Bolşevizm sıradan bir siyasal hareket değil, bir din sayılmalıdır." dediği düşünce üzerine kurulan, tarihin sonu tezine dayanan ve terör yöntemini kullanarak varlığını sürdüren Sovyetler Birliği'nin "çöküşü" üzerine liberalizmin zaferini ilan ettiği kitabının adını bile "Tarihin Sonu" vermişti.
Yine burada, her kelimesinden kan damlayan ve neo-con muhafazakâr iktidara yol gösteren Medeniyetler Çatışması teorisyeni Huntington'u da unutmamak gerekiyor.
Huntington'un Medeniyetler Çatışması tezi de Amerika'nın ürettiği terörün ve şiddetin teorik zeminini oluşturmuştu.
Yani...
Zannedildiğinin aksine, bizim komprador aydınların ağzındaki slogan olan Aydınlanma ve o sürecin devamındakiler dahil bütün düşünce kalıplarına sinmiştir bu dogma.
Onun için, en küçük hadiseyi dahi kimlik sorununa dönüştürürler, "bizim" kompradorlar!
-Buraya gelmişken "Kemalizm" perdesi altında milletimizi hor gören kompradorların hasmı Attila İlhan'a bir rahmet dileyelim. Sonuçta, bu fikriyatın ülkemizdeki en önemli uzantıları sol liberallerin ipliklerini pazara çıkartıyordu büyük usta.-
Terörün kaynağı neresi diyoruz ya...
Tarihin ciddi anlamda kırılma yaşadığı bir zeminde, radikal bir sorgulama gerekiyor.
Kimsenin inancıyla işimiz olmaz!
Hatta, her insan bize zatıyla rabbimizden emanettir.
Lakin bugün yaşadığımız sorunların kaynağına inmeden, bulduğumuz her çare palyatif kalacaktır.
Üstelik, biz emperyalizmin ürettiği terörün muhatabı oluyoruz.
İşte... Irak ortada! Yetmiş iki fırkaya bölündü. Yeni strateji yüz yıllık köz Türkmen yurdu Kerkük.
Ya Suriye?
Milyonlarca insanı yersiz yurtsuz bıraktı terör!
Ve maalesef kriz gittikçe derinleşiyor, çatışma bütün küreye yayılıyor.
Dolayısıyla geçen yüzyılda Amerikan hegemonyasının rıza üretme araçları olan kavramları ve kurumları sorgulamak zorundayız.
Yoksa...
Kavramları, kurumları oluşturan düşüncelerin fikri takibini yapmazsak, sadece, yine sorunun kaynağı olanların ürettikleri "bilimsel kılıflı" sözde çözümlerin kana buladığı sosyoloji üzerinden ah vah etmeyi sürdürürüz.
Bakın ne diyor İngiliz yazar John Gray, Kara Ayin kitabında:
"Yirmi birinci yüzyıl bir terör çağıdır... Terör geçen yüzyılda tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir ölçekte ama günümüzde böylesine korkulan terörden farklı olarak çoğunlukla seküler umutlar yararına uygulandı."
Güçle beslenen görece istikrarla üzeri örtülen terör kontrolden çıktı.
Batı yakasında nizam oluşturacak bir güç yok artık.
Şimdilik kriz ortamında insanlar bildikleri limana sığınmaya devam ediyorlar.
Fakat sistemde yaşanılan kriz, eskatolojik düşünceyi paramparça ediyor...
Ve...
Gerçekliği kavrayabilenler için tarih yeniden başlıyor.
Haydi bismillah!