Yakın coğrafyamızın hemen her kesiminde, ayrıntılar bir yana, ortak sorunlar üzerinden devam eden çatışmalar giderek yükseliyor. İki haftadır Mısır üzerinde yoğunlaşan gündem, Suriye ve Irak’ta yaşananları bir parça gölgede bıraksa da, Ramazan ayına rağmen akıl almaz saldırılar ve gelişmeler yaşanıyor.
Bu gelişmelerin doğrudan ilgilendirdiği, hatta tam da bu nedenle suçlamalara maruz kalan Türkiye, hala iç dengelerinde önemli sorunlar yaşıyor. Gezi operasyonuyla başlayan hareketlilik, toplumsal anlamda ciddi bir ilgi görmese de, bu operasyonu yönetenlerin tamamen püskürtüldüğünü söylemek kolay değil.
Çok da yabana atılamayacak bir teze göre, Gezi operasyonu sadece bir başlangıç. Seçimler ve özellikle de ‘devlet başkanlığı’ tartışmaları yoğunlaştıkça, bu saldırılar, daha geniş kesimleri içine alamasa bile, etkileyecek/sarsacak şekilde artacak.
Türkiye’de ipleri elinden kaçıran belli bir sermaye grubu, onunla yapışık ikiz olan medya grupları ve elbette tüm bunların ne olduğunu anlayamasa bile işin içinde sürüklenmeye gönüllü olan CHP, sahnede görünen aktörler. Bir de bunların çok daha gerisinde, Türkiye’yi yeniden dizayn etmek, kritik seçim süreçlerini istediği biçimde yönlendirmek, kimi aktörleri tasfiye, kimisini terbiye etmek için hareket eden asıl güç merkezi var.
***
Böyle yazınca ne kadar da komplo gibi duruyor değil mi. Oysa bu konuları biraz yakından takip edenler için gelişmelerin hiçbiri sürpriz değil. Belki de Türkiye ve Mısır üzerinden söylersek karşı taraf için iki sürprizden bahsedebiliriz. Burada Tayyip Erdoğan etrafındaki bütünleşmenin sanıldığından çok daha sağlam çıkması ve Gezi tezgahının bunu daha da perçinlemesi. Kahire’de ise yıllar yılı ülkenin tüm dinamiklerini kontrol eden ordunun, üstelik bazı kesimleri yanına almasına rağmen darbe konusunda duvara çarpması.
Kuşkunuz olmasın. Kahire’de, Rabiatül Adeviyye meydanından ara sokaklara kadar darbeye direnen herkes, Türkiye’deki Gezi tezgahına karşı koyanlarla aynı saftadır. Şam’daki zalime karşı insanlık tarihinin onur mücadelesini verenler de elbette.
Bunun ne kadar zor bir mücadele olduğunu, yolda kimlerin nasıl tökezleyeceğini görmek için çok sayıda örnek vermek mümkün; ama şimdi yeri ve zamanı değil. Belki de darbe gecesi generallerin yanında saf tutan Suud destekli zavallıların halinden ibret almak en iyisi. Gezinin iyisi de var kötüsü de var diyenler, bu manzaraya bir kez daha, sonra bir kez daha baksınlar. Diktatörler geldiğinde kimseyi birbirinden ayırmıyorlar. O nedenle tarihe özgürlük savaşçısı olarak yazılmak, işbirlikçi olarak yazılmaktan her zaman evladır.
***
Bir parantez de Irak’a açarak tamamlayalım. Son günlerde bu ülkedeki bombalı saldırılar, özellikle de Türkmenleri hedef alarak artmaya başladı. Nasıl bir vicdan, nasıl bir anlayış kahvede oturan masum insanların üzerine bomba atabilir, buna söylenecek söz yok.
Ancak belli ki Irak denkleminde Türkiye’nin elini iyiden iyiye zayıflatmak, Kerkük gibi hassas sorunları yeniden kaşımak, Bağdat-Erbil arasındaki ilişkileri Ankara’nın aleyhine geliştirmek gibi bir operasyon hız kazanıyor.
Başarısız olduk, duvara tosladık, Ortadoğu bataklığına saplandık gibi saçma sapan eleştirilere kulak vermeden, çıktığımız yola devam etmek zorundayız. Çünkü bataklığın eski sahipleri hiç bu kadar tedirgin olmamıştı. Onları bu coğrafyadan defetmenin vakti geldi de geçiyor bile.