Hamaset değil... Dünya dün, Yenikapı’da “bir milletin şahlanışına” tanıklık etti.
Gerçi Kemal Kılıçdaroğlu, başlangıçta, “Yenikapı’daki mitinge katılmayacağım... Cumhurbaşkanı Erdoğan dış dünyadaki şahsi itibarını yükseltmek istiyor” dese de, milletin baskısına dayanamadı, Bülent Ersoy yasalarını hatırlatan bir dizi taleple Yenikapı’ya koştu. (Büyük bir Atatürk posteri, eşit söz hakkı, devlet protokolü ve istikballe ağırlanmak istermiş. Ayrıca Selocan’ı da görmek istermiş. İçki servisi de ister miymiş anlayamadık ama Dombra türküsünü istemezmiş.)
Dünkü şahlanış (Evet, artık “şahlanış” diyebiliriz. Hamasetse, hamaset! Murat Belge gibiler bozulacaksa, bozulsun!), özellikle dış dünyaya ve Türkiye’yi durdurmak isteyen “şer cephesine” verilmiş en güzel cevaptı.
Kılıçdaroğlu, aslında, yanlışlıkla doğru bir noktanın altını çizmiş oldu.
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı hedefe koyanlar, onun “itibarı” üzerinden bu millete, bu milletin değerlerine, bu milletin bağımsızlığına ve geleceğine saldırıyorlar...
O halde bütün meselemiz, Cumhurbaşkanımızın dış dünyadaki itibarını yükseltmek olmalı. Çünkü Erdoğan düşerse, Türkiye düşer.
Bu geçeği dünya gördü, FETÖ gördü (gördüğü için bütün operasyonlarını Erdoğan üzerinden yürütüyor), Devlet Bahçeli gördü, sivil toplum kuruluşları gördü, Beyaz Türkler gördü, Karaşın Türkler gördü, “dağdaki çoban” gördü...
Nihayet Kılıçdaroğlu da gördü.
Kendisine (teşekkürlerimizle birlikte) “günaydın” diyoruz.
Bir teşekkür de 81 ilde ve (Bosna’dan Gazze’ye, Batı Trakya’dan Azerbaycan’a) 39 merkezde meydanları dolduran milyonlarca yürekli insana...
Üç haftalık direnişi, muhteşem bir finalle noktaladılar ve müstevlilere “geçit yok” dediler.
Dün Yenikapı’da, hem bir milletin şahlanışına, hem de paradigmanın yıkılışına tanıklık ettik. 7 Ağustos’tan sonra tarih, farklı parametrelerle, yeniden yazılacak. Biz görmezsek de, torunlarımız görecek.
HAMİŞ
BİR- Dünkü şahlanış, Pensilvanya’daki Nursuz’a da birtakım cevaplar içeriyordu. Meydanlar “Katil Feto” sloganlarıyla inledi. Ona tavsiyem şudur: Kumpasla, hileyle, yalanla, tuzakla, desiseyle, takiyeyle milyonlarca insanın hayatını kararttın. Binlerce insanın kanına girdin. Dahası, ekmeğini yediğin, suyunu içtiğin ülkeye ihanet ettin. CIA adına kalkıştığın rezilliklere bazı saf müntesipleri inandırmış olabilirsin ama hiç masum değilsin. Hiç haklı değilsin. Hiç sempatik değilsin. İsmin, “nefret”le anılır oldu. Ve artık insanlarda merhamet duygusu oluşturmuyorsun. Yol yakınken dön, adalete teslim ol. Nasılsa tarihin ve vicdanların yargılamasından kurtulamayacaksın. Ettiğin kötülükler ciltleri dolduracak ve kuşaktan kuşağa aktarılacak. Bari, küçücük de olsa, bu dünyada bir “şan”ın olsun. Dön!
İKİ- Yenikapı’da ve hiçbir alanda HDP yoktu. Çağrılmadı. Darbeye direnen milyonları “IŞİD’çi” ilan eden, “meydanları gericilere bırakmamalıyız” diyen Selahattin Demirtaş’ın olmaması bir eksiklik yaratmadı. Ama Kürt kardeşlerimiz Diyarbakır’da, Batman’da, Van’da, Şırnak’ta, Siirt’te, Bingöl’de, Bitlis’te, Hakkari’de, Mardin’de, eksiksiz bütün il ve ilçelerde meydanları doldurdu. “Darbeye ve FETÖ’ye hayır” dedi. Bir kez daha, bir millet olduğumuzu gösterdi.
Ne kadar şükretsek azdır.
ÜÇ- MHP lideri Devlet Bahçeli’ye ayrı bir parantez açmazsak haksızlık olur. “Devlet Bey, devlet adamlığını gösterdi” türünden basmakalıp ifadeler, Bahçeli’nin darbe sürecinde (ve önceki dönemlerde) üstlendiği tarihî rolü anlatmaya yetmiyor. Muarızı da olsanız, hakkını teslim etmek zorundasınız. Devlet Bahçeli, herhangi bir siyasetçi değil. “Devlet adamı” tamam ama hepsinden ve her şeyden önce, bu milletin adamı, “milletinin adamı...”