Uzun yıllar Türkiye kendi içindeki değişim hamlelerinde bir şekilde beklenmedik engellerle karşılaştı. Bunların önemli bir bölümü kendi iç dengelerinde yuvalanmış odaklar üzerinden ortaya çıktı. Kimi zaman adına devlet refleksi denildi, kimi zaman farklı isimler aldı. Ancak sonuçta Türkiye kendi dinamikleri üzerinden ne zaman kafasını kaldırmak istese, bir şekilde bunları yaşadı.
Bu engelleri sadece askeri darbeler üzerinden okumak yanıltıcı olur. Belki de söz konusu duvarların en kaba haliydi darbeler. Oysa sistem içinde var olan ve kendilerini ‘devletin sahibi’ olarak gören unsurlar, çok daha ince operasyonlar ve dokunuşlarla ülkeyi ellerinde tuttular.
27 Mayıs askeri darbesi, Türkiye’nin imparatorluk bakiyesi olarak kendi içinde taşıdığı mirası, deyim yerindeyse kalan kırıntıları yerle bir etti. Devlet, millet ve din dengesinde birbirinden ayrılmayan, tam da bu nedenle her an yeniden oyun kurucu olma vasfını taşıyan ülke, kelimenin tam anlamıyla bürokratik bir çeteye teslim oldu.
Yüksek bürokrasi, özellikle yargı ve ordu, yanı sıra İstanbul sermayesi ve elbette onun uzantısı olan medya, uzun yıllar boyunca sisteme hükmetti. En kötüsü de bu aklın sanıldığının aksine ‘yerli’ değil, düpedüz ‘ithal’ olmasıydı.
O gün itibarıyla ülkenin sahibi gibi davrananlar, iktidarlar gelip geçse de sistemin asıl patronu olma özelliklerini üç aşağı beş yukarı korudular. Oyun kurucu olma yönündeki her arayışı, kimi zaman kaba, kimi zaman ince operasyonlarla ezip geçtiler.
Böyle bir siyasi aklın eninde sonunda ülkeyi nereye getireceğini anlamak için uzun analizlere gerek yok. Bugün kronik olarak boğuştuğumuz neredeyse tüm sorunlar, ya bu anlayışın ürünü, yahut derinleştirdiği başlıklar. Kürt sorunu başta olmak üzere her konu, ötelendikçe, çözüm yerine bastırıldıkça daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
Bunca sözü nereye getirmek için yazdım, hızla onu ifade edeyim.
Yakın tarihinin en büyük değişim fırsatlarından birini Tayyip Erdoğan liderliğinde yakaladı Türkiye. On yıldır siyasi, ekonomik ve zihinsel anlamda çok farklı ve beklenmedik bir hızla değişiyor. Bu değişimin asıl önemli yanı, siyasi aklın, geçmişin tortularını, korkularını ve yanlışlarını bir kenara bırakma konusunda gösterdiği kararlılık.
Tam bu kritik noktada yaşanan gerilimin, ne yazık ki hızla geçmişin örneklerine benzemesi dikkat çekiyor. Aldığı mesafeye ve gelinen noktaya aldırış etmeksizin birileri Türkiye’yi yeniden geçmişe, o korku dolu günlere çekmenin hesabını yapıyor.
Türkiye o günlere dönmeyecek. Tekrar korku koridorlarında boğulmayacak. Bu yürüyüşü durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecek. Dün bürokratik oligarşinin ‘ithal’ akıllarla yaptığını, bugün bir başka yapı yine benzer saiklerle yapmaya çalışıyor.
Manzara kötü, can sıkıcı, hatta can yakıcı. Ama bunu aşacak Türkiye. Yoluna devam edecek, hem de oyun kurucu olarak. Kimse tarihe, bu ülkenin yükselişini engelleyen bir yapı olarak altın harflerle yazılmayacak, hepsi unutulup gidecek.
Hatırlanan ve tarihin aydınlık sayfalarında yer bulan ise, oyun kurucu olma cesaretini gösterenler olacak. Tıpkı Tayyip Erdoğan gibi.