27 Mayıs 1960. İhtilalin tok sesli ve kudretli albayının radyoda, ‘ordunun olaya el attığını’ söylemesinin ardından tarihler 17 Eylül 1961’i gösterir. Egesel ‘sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’ diyerek Menderes’i apartopar, iğneyle sahaya çıkartılan futbolcu gibi sehpaya çıkarır ve idam ettirir. Menderes’in milletine düşkünlüğü hala diridir ama. Der ki, ‘Dirimden korkmayacaktınız. Hürriyet mücadelesi için koyduğum kellemi efendilerinize götürünüz, ama ölümden korkmadığımı söyleyebilecek misiniz? Ama, şimdi millet el ele verecek, Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün silip size götürecek’... Ve 17 Nisan 1993’de apartopar aramızdan ayırdıkları biri daha vardır. Gelecek yüzyılın ‘Türk Yüzyılı’ olacağını söyleyen ve ‘yeni bir neslin’ bunu gerçekleştireceğini dile getiren, 10 yıl sonra bunu herkesin göreceğini söyleyen Turgut Özal merhumdan başkası değildir bu. Üç dinamik vardır onun için. Düşünceyi ifade hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, teşebbüs hürriyeti. Dünya ile entegre olmak, ekonomide, ihracatta, dış politikada sürekli hamleler yapmak. Durmadan, yılmadan ve tüm hayati engellemelere rağmen. İşte bugün bu iki güzide büyüğün izinden giden bir Türkiye var. Menderes ve Özal’ın vasiyetlerini yerine getiren... Evet, silinip süpürüldüler ve yeni nesil geldi. Tarih asla affetmez. Zira tarihin bütün aydınlık sayfaları, karanlık bir sayfadan sonra yazılmıştır. Bir de düşünün, Sezar’ı mı Brütüs’ü mü; Cemal Paşa’yı mı Menderes’i mi yazar tarih.
Kara propaganda ve sınırlı sayıda üretim
Geçen yazımda propaganda ve siyasal pazarlamadan bahsetmiştim. Aklıma 27 Mayıs darbesinin kara propagandaları düştü. Menderes merhumun Yassıada ve öncesi dönemlerinde maruz kaldığı muameleler. Düşükler ve Kuyruklar. Birincisi Demokrat Partililer, ikincisi onlara oy verenler. Daha o zamanlar bidon kafa, göbek kaşıma, makarna filan icat olunmamıştı. Özellikle, ‘Düşükler Yassıada’da’ filmi hezeyandır. Milletin galeyana gelmesinden korktukları için, herşeyin güllük gülistanlık gibi gösterildiği, Menderes ve arkadaşlarına zorla oyunculuk yaptırdıkları, sinemalarda gösterilen bir film. Evet, bundan para da kazandılar darbeciler. Tarihin affetmeyeceği cinsten karşı pazarlama faaliyetleri. Yalan haberleri biliyorsunuz zaten. Kıyma makineleri, nerden geldiği belli olmayan bir kurşunla ölen genç Emeksiz. Gazeteler bir köye üç günde ulaşıyor o zamanlar, yalan önce kök salıyor, ortaya çıkan gerçeklerin diğer üç günde bir anlamı kalmıyor. Bugünkü gibi değil... Ve ölümlerin, darbenin ardından kurulan Marksist ‘Yön Dergisi’ etrafında cereyan eden ‘Türkiye az gelişmiş bir ülkedir’ propagandanları. O zamanlar propagandanın bir marşı da vardır ‘Olur mu böyle olur mu’, ‘Şanı büyük Cemal Paşa’ya ithafen... O günden bugünü anlamak bu şekilde de mümkün. Bugünlerde tekrar hortlatılmaya çalışılan gezi ruhunda da bunu görmek mümkün. Ölümden medet ummak, yalanla milletin zembereğini boşaltmaya çalışmak, renkli merdivenler, ODTÜ ve Hatay, Taksim, Gazi Mahallesi, Altıyol’un Boğası, Say’ın Gezi Senfonileri. Pazarlamada ‘sınırlı sayıda üretilmiştir’ taktiği vardır. İletişimi buna göre kurgular, sözüm ona farkındalık odaklılara pazarlar ve satın almayı tetiklersin. İşte bu da böyle bir şey, 27 Mayıs depolarından kalma enkazla bir şeyler üretmeye çalışır, piyasaya sürersin ve sınırlı sayıda sihrine kapılanlar yer, içer, eğlenir. Asıl farkında olup da benzerlikleri yakalayanlar ise sihirden etkilenmezler. Yapın ama zekamıza hakaret etmeyin bari.
Bazı şeylere karşıyım!
‘Tarafsızım’ lafına karşıyım. Akıl yokmuş gibi geliyor bu sözün içinde. Bir de ‘hayatımda yalan söylemedim’ diyen yalancıyı hatırlatıyor bana.
Türk dizilerinin hangisi Türk
Hayal gücü bitti mi? İçeriklerimiz tükendi mi? Özgünlük, yaratıcılık nerede? Pelikül can çekişiyor. OC olur MedCezir. Çalıkuşu yeniden çevrim. Tamam ‘rating’ de nereye kadar? Millet önüne koyulanı izlemiyor mu zaten? Monk olmuş muydu Galip Derviş? İntikam zorlaması. Sana Bir Sır vereceğim, tamam fantezi, ama sürdürülebilir mi tüm bunlar? Yaptığınızı beğeniyor musunuz? Sürekli ağır çekim, uzun bakışmalar vs de cabası. Çakma olanlar, uyarlananlar, telifliler, telifsizler. Amerikan, İspanyol ve hatta Kore dizileriyle nereye kadar? Kurtlar Vadisi, Ben Onu Çok Sevdim ve Karadayı’nın senarist ve yapımcılarına teşekkür edelim, onlar neden bunca uğraş veriyorlar acaba?