Seçimlerde oy verilirken elin vicdan üzerine konulduğu ve bir tercihte bulunulduğu kabul edilir.
Vicdan ise doğuştan getirilen insani hassasiyetler yanında, değer yargıları ve çıkarlar silsilesi içinde oluşan bir kıstaslar dünyasıdır.
Birini tercih etmemenin de arka planı vardır, tercih etmenin de.
Daha somut çerçevede partiler planında konuyu güncelleyebiliriz:
Bir insan, bir tercihte bulunduğunda, birçok adayı da tercih etmemiş demektir ve tercihin de tercih etmemenin de kendi durduğu yere göre sebepleri olmalıdır. Diyelim CHP’yi tercih eden bir kişi, Ak Parti’yi de, MHP’yi de, HDP’yi de tercih etmemiş, yani onlarda kendini bulamamış, onları hem kendi değerleri açısından hem Türkiye’yi yönetebilirlik açısından yeterli görmemiş demektir.
HDP’yi seçen de diğer partileri seçmezken benzeri bir değerlendirme yapmış olmalıdır.
Ak Parti’yi ya da MHP’yi tercih edenlerin de, diğerlerine karşı benzeri rezervleri bulunmalıdır.
Bir de “Ben şu partiyi önceliyorum ama o olmazsa şuna da oy verebilirim” tavrından söz edilebilir. “İkinci parti tercihi” denilen hadise. Burada da bu ikisi diğer partilerden ayırt edilmiş olmaktadır.
Ak Parti’nin oy tabanı, muhafazakar-demokrat toplum kesimleri başta olmak üzere hizmet ağırlıklı politikaları önemseyenlerden oluşmaktadır.
Bu kitlelerin etkilenme sebebi hizmet artı muhafazakar değerlerin korunması ve sistem restorasyonudur denebilir.
Burada “muhafazakar değerlerin korunması” konusu da biraz daha açılmayı gerektiriyor.
Türkiye, statükonun İslam’la ve dindar toplum kesimleriyle ilişkisinde ciddi sorunlar yaşanan bir ülkedir. Nerede ise tüm Cumhuriyet dönemi bu alanda yaşanan devlet-toplum ilişkilerindeki gerginliğin tarihidir. Tek parti dönemi de o sancıyı içerir, çok partili hayatta yaşanan askeri müdahale dönemleri de.
Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin ana eksenlerinden birisinin dindar toplum kesimlerinin özgürlük talebi olduğu da izahtan varestedir.
Ak Partinin 13 yıllık iktidar döneminin böyle bir özgürlük mücadelesine tanık olduğu ve sonunda, önemli gelişmelere zemin hazırlandığı inkar edilemez.
Dindar toplum kesimlerinin özgürce nefes aldığı bir iklimi görmemek için gözleri kapatmak ya da var olan her şeyi inkar etmek gerekir.
Dini zeminde büyümüş bir “Cemaat” partilerle ilgili oy verme-vermeme değerlendirmesi yaparken, diyelim her partiyi yazacak ve altını gerekçelerle dolduracaktır.
Bu seçimlerde gözlerin üzerinde odaklaşacağı tavrın Gülen Grubunun tavrı olacağı biliniyor. Bu odaklaşma, o Camia’nın öncelikle hangi kriteri kullanacağı noktasında şekilleniyor.
Böyle bir topluluk, mesela “Oy verilmeyecek parti belli”, diyerek Ak Parti’yi işaretler, “Şunlara kendi gerekçelerinizle oy verebilirsiniz” diyerek de, diğer tüm partileri ve bağımsızları alt alta sıralarsa, öncelikle Ak Parti döneminde dindarların, üstelik Ak Parti iktidarının neredeyse 10 yılında bizzat kendi kendini beşe ona katlamış olmanın üstünü çizmiş olması gerekiyor.
“Bütün dindar toplum kesimlerini mutlu edip de sizi mutlu etmeyen şey nedir?” sorusu önemli bir sorudur.
Aynı şekilde, diğer tüm partilere oy vermenin gerekçelerinin düşünülmesi de ilginçtir.
CHP’ye rezerviniz yok, HDP’ye rezerviniz yok, MHP’ye, milli ittifaka, bağımsızlara rezerviniz yok. Bir tek Ak Parti’ye düşmanlık var.
Hareketin merkezindekiler “Biz bize gönül verenlere bir şey empoze etmeyiz” diyorlar. Ancak, öncelikle Ak Parti düşmanlığını açık açık empoze ediyorlar bir, diğer bütün partilere yönelişi empoze ediyorlar, iki.
Bu merkez odağın, Ak Parti’nin, muhafazakar toplum kesimlerinin özgürlük mücadelesinde üstlendiği rolü görmüyor olamaz.
Acaba bu mücadele bu çevre için hiç mi anlam taşımıyor?
Denebilir ki, “Ak Parti bize herkesten çok dokunuyor!”
Ama şu da denebilir: Ak Parti iktidarları herkesten çok şey verdi size. Ve siz, o iktidarı vuran hareket oldunuz.
Üstelik, Ak Parti iktidarını vurmak isteyen iç-dış onlarca odakla el ele tutuşarak.
Önceki günkü yazımda Camia’nın tavrının tarihe not düşüleceğini yazdım. Tarih “Yarına ne gönderdiğimiz”in kayıtlarıdır. Yarın bize “okutulacak” olanlar yani...