Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Salı günü gerçekleşen İran ziyareti sadece iki ülke arasındaki gerginliğin azalmasına değil, Türkiye’nin Yemen sorunu karşısında tutarlı bir tutum almasına da yol açtı. Türkiye sorunun çözümü için çalışma sözü verdi. Yani sorunun tarafı olmaktan çıktı, çözümün ortağı oldu.
Umarız bu tutum diğer sorun alanlarına da yansır. Türkiye Mısır’da, Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta çözüm bulmaya çalışan, kolaylaştırıcılık ya da arabuluculuk rolü oynayan bir ülke haline gelir. Dünya siyasetinde çok yakın zamana kadar sahip olduğu ağırlığa kavuşur.
***
Unutmayalım ki bizim asıl gücümüz ikna kabiliyetimizden kaynaklanıyor. Olayların akışını etkileyebildiğimizde, uyguladığımız yaptırımlar ya da yaptığımız vaatlerden çok temsil ettiğimiz değerler, yarattığımız emsal, dünya siyaset sahnesinde anlam ifade eden politikalar sayesinde etkileyebiliyoruz.
Caydırıcı olduğumuza, kendimize karşı yapılmasını istemediğimiz pek çok şeyi yaptırmadığımıza şüphe yok. Ancak istediklerimizin yapılması konusunda gücümüzün sınırsız olmadığını, çevremizi kendi beklentilerimize uygun bir şekilde şekillendiremeyeceğimizi de görmek zorundayız.
Dünyadaki eşitsizliği, adaletsizliği, hukuksuzluğu gidermek istiyorsak sabırlı olmak, sorunların tek bir sebebi olmadığını anlamak, her bir sorun için uygulanabilir, zemindeki gerçekleri gözetir çözümler üretmek zorundayız. Tıpkı IŞİD sorununda, tıpkı Ukrayna krizinde, tıpkı bir zamanlar İran-ABD gerginliğinde olduğu gibi sorunların içine çekilmekten kaçınmalıyız.
Çoğumuz farkında olmayabilir ama son bir kaç yıl içinde Türkiye diplomasisi Suriye sorunu karşısında çok başarılı bir sınav verdi. Savaşın içine sürüklenmekten özenle kaçındı. Başka bir ülke olsaydı savaşın içine kolaylıkla sürüklenebilir, kendisini yıpratırdı. Uçağımız düşürüldüğünde, sınırlarımız mülteci baskısı altında kaldığında askeri reaksiyon verebilirdik.
Türkiye karşı karşıya olduğu ciddi krizleri yönetmeyi bildi. Suriye krizinden tabii ki zarar gördü ama zararını sınırlamayı başardı. Paniğe kapılmadı, başkalarına güvenip maceraya atılmadı. Ukrayna krizi sırasında da Kırım Tatarları gerekçesiyle Rusya ile karşı karşıya kalabilir, ne onların haklarını korur ne de 31 Temmuz itibarıyla AB’nin uyguladığı etkisiz yaptırımlar kalkınca dönüp Rusya ile barışabilirdi.
İran ile olan ilişkilerimiz de zamanında çok eleştirilmişti. Eğer o eleştirileri dinleyip Tahran’la bağlarımızı kopartmış olsaydık, şimdi devre dışı kalır, dünyaya açılan İran ekonomisinin yaratacağı fırsatlardan yararlanamazdık. Benzeri bir deneyimi 2008’deki Gürcistan krizi sırasında da yaşamış, soruna taraf olmaktansa raftaki bir planı indirip gerilim bitene kadar vakit kazanmıştık.
***
Sıra aynı sağduyulu politikaların diğer alanlara ve özellikle de siyasetin üslubuna yansımasında. İstersek söylemek istediklerimizi daha az eleştiri, daha fazla diplomasiyle de söyleyebiliriz. İsrail’le, Mısır’la, hatta Ermenistan’la ilişkilerimizi, seçim ertesinde dahi olsa, normalleştirebiliriz. Yemen’in, Suriye’nin istikrarı için daha yoğun çaba harcayabiliriz.
Ben her zaman olduğu gibi umutluyum. İsrail’e, Mısır’a yönelik eleştirilerin tonunun düştüğünü, Esad hakkında eskisi kadar keskin çıkışlar yapılmadığını, GKRY’nin soykırım sorunu karşısında takındığı tutumun ciddiye alınmadığını, Yunanistan’dan zaman zaman gelen kışkırtmalara reaksiyon verilmediğini görüyorum. Türkiye’nin yine eskisi gibi sorun çözen, arabuluculuk yapan, emsal üreten bir ülke olacağını düşünüyorum...