Bu hafta sonu hiç beklenmedik bir haber aldık. Taraf gazetesini Taraf gazetesi yapan dört kritik isim istifa etti: Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Neşe Düzel ve Murat Belge. Hepsi de, görüşlerini beğenin veya beğenmeyin, Türk basınında ağırlığı olan ve politik tartışmalara katkı sağlamış kalemlerdi. Dolayısıyla gidişlerine üzüldüm.
Dileğim, bu depremin Taraf’ı tümden yıkmaması ve Türkiye toplumu olarak bu ezber sorgulayıcı gazeteden mahrum kalmamamızdır.
Taraf’a dair diyebileceğim bundan ibaret. Ancak bu vesileyle bu “olay”ın da içine oturduğu daha geniş bir mesele hakkında bir şey söylemek istiyorum: AK Parti ile “liberaller” arasındaki ilişki.
Bu ilişki, mâlum, her iki tarafın da 28 Şubat rejiminin hedefi olmasıyla gelişti. (Gerçi Cumhuriyet’in başına, hatta II. Meşrutiyet’e kadar giden bir liberalizm-muhafazakârlık paralelliği vardır ülkemizde; ama o ayrı hikaye.) AK Parti’nin iktidara gelip de rotayı AB’ye çevirmesi, bir çok özgürlükçü adım atması ve askeri vesayeti alaşağı etmesi, liberalleri AK Parti’ye iyice yakınlaştırdı.
Ancak askeri vesayetin tasfiyesiyle birlikte, “ortak düşman”a karşı birleşen kesimler arasındaki farklar su yüzüne çıkmaya başladı.
Böyle olması da doğaldı aslında. Çünkü dünyada da pozitivist otoriterliğe (Batı’da Marksizm’e, bizde Kemalizme) karşı aynı safta olan liberaller ve muhafazakârlar, demokratik zemin sağlandıktan belirli konularda farklılaşılar.
Ama Türkiye’deki farklılaşma epey kavgalı, gerilimli ve hatta hakaretli oldu ve oluyor.
“Türkiye’de zaten ne öyle olmuyor ki” diyebilirsiniz. Haklı da olursunuz. Çünkü hakikaten Türkiye’de en küçük fikir ayrımları bile öfke patlamalarına, karşılıklı “hainlik” ve “şerefsizlik” suçlamalarına sebep olabilir.
Ancak söz konusu liberaller-AK Parti geriliminde kritik bir unsur daha var: Sözünü ettiğimiz liberallerin bir kısmının epey seküler (din-dışı) bir dünya görüşü içinden düşünüp konuşmaları ve dahası bu dünya görüşünü neredeyse demokratlığın gereği saymaları.
Sekülerizm katkılı liberalizm
Bu sorun, ilk 2007 senesinde, AK Parti’nin üniversitede başörtüyü serbest kılmaya çalışması sırasında dikkatimi çekmişti. Seküler liberallerin bazıları (hepsi değil), “dünya kadar önemli mesele varken nerden çıktı şimdi bu” havasına girdiler.
Yani kendileri için pek bir önem taşımayan “din özgürlüğü”nü AK Parti’nin de önemsememesi gerektiğini vaz ettiler.
Benzer bir tablo, kürtaj tartışmasında da ortaya çıktı. Aynı seküler liberallere göre kürtaj bir “kadın hakkı” idi ve AK Parti, bunu engellemeyi düşünmekle, demokrasiden ne kadar uzaklaştığını ispatlıyordu sadece. Oysa kürtaj, ABD gibi en özgür toplumlarda bile tartışma konusudur; bir diğer özgür toplum olan İrlanda’da ise yasaktır.
Son günlerde, kadın cinsel organından söz etmekten hicab duyduğunu ifade ettiği için Bülent Arınç’a yüklenenler de aynı çizgiyi sürdürüyorlar. Kendi seküler âdâplarını demokrasinin gereği gibi dayatmakla, aslında hiç de liberal olmayan bir “liberalizm” satıyorlar.
Aralarındaki bazı “eski solcular”ın PKK’ya ve BDP’ye açtığı haksız kredi ise, bu kesimde gördüğümüz en yakıcı sorun.
Gelgelelim, tüm bu solculuk ve sekülerizm katkılı “liberalizm”in, AK Parti’ye beklenmedik bir zararı oldu: AK Parti, liberallerden gelen eleştirilere kulaklarını kapatmayı tercih etti.
Bu “alnı secde görmemiş” zevatın her tepkisini, onların içselleştirilmiş laikliğine, Beyaz Türklüğüne atfetmeye başladı.
Oysa seküler liberallerin her eleştirisi haksız değildi.
Dahası, muhafazakârlara kıyasla bir önemli avantaja sahiptiler: Güç sahibi olmamak ve dolayısıyla “gücün yozlaştırıcı etkisi”nden korunmak.
Devam edeceğiz.