"Bileklerini keserek intihar etti" diye iftira atılan Sultan Abdülaziz Han'a yapılan darbenin; gerektiği kadar konuşulmadığı kanaatindeyim.
27 Mayıs 1960 hıyaneti, Cumhuriyet dönemindeki "ana darbe"dir. Sonrakiler, bunun taklididir. Ancak rejim değişikliğinin; "millet"i de değiştirmediği dikkate alınırsa, 30 Mayıs 1876 darbesinin, Türk milletine yönelik ilk "Yeni Tip Haçlı Seferi" olduğu görülür.
Onun içindir ki, Abdülaziz Han'ın neden vahşice saf dışı bırakıldığını anlamayan, aynı zihniyetin ürünü olan İttihatçıların, Abdülhamid Han'ı; kime hizmet için devirdiğini de anlayamaz.
Tarihin bu "şifre"lerini bilmeyen ise, tıpkı 1853 yılında İngiltere Büyükelçisi Lord Canning'in elini öperek "Bizi yalnız bırakmayın" diye gözyaşı döken Hariciye Nazırı Mason Reşid Paşa[1] gibi; "İngiltere bizi yalnız bıraktı" şeklinde yakınan CHP Genel Başkanı'nın "Biz Jön Türk'üz" ifşaatını da; görüldüğü gibi dinleyip geçer!
OSMANLI'YA BORÇ VERMEYİ ÇOK İSTİYORLARDI!
Alman Yahudisi Mayer Amschel Rothschild'in 1800 yılında Londra'ya taşınmasıyla, İngilizlerin işgal ve sömürü yöntemi de değişmişti. Artık büyük imparatorlukları yıkmak için zor savaşlara girmeye gerek yoktu. Borç vermek ve ticarî tavizler almak yeterliydi. İkinci büyük İslâm İmparatorluğu olan Babürleri bile böyle yıkmışlardı.
Ancak Osmanlı Devleti'ne borç vermeyi bir türlü başaramamışlardı!
İngilizler böyle durumlarda, uygun isimleri devşirerek "vesayet yöntemi"ni kullanıyordu! Özellikle, hızlı yükselmek isteyen muhterisler çok işe yarıyordu!
Tembel olduğu için medreseyi arka kapıdan bitiren ama eniştesi Sadrazam Seyyid Ali Paşa sayesinde; daha 24 yaşında "Sadaret Kalemi"ne giren ve çalışmadan yükselerek 1836'da Londra'ya "Büyükelçi" gönderilen Mustafa Reşid Bey, tam da aradıkları portre idi.
Bu "kifayetsiz muhteris"in işe yarayacağını anlayan Mason Lord Stratford Canning, kendi locasına götürüp kaydettirerek Haçlı Siyonist menfaatlerinin neferi olarak tapulamıştı!
Mason olduktan sonra şansı(!) daha da açılan Reşid Bey, bir yıl geçmeden Hariciye Nâzırlığı'na getirilmiş ve "Paşa" olmuştu!
Reşid Paşa, İngiltere'ye ilk büyük hizmetini; 16 Ağustos 1838'de imzalanan Baltalimanı Anlaşması ile vermişti! Büyükelçisi John Ponsonby tarafından yazılan bu anlaşmayı, Avusturya başbakanı W. Metternich, "Osmanlı işte şimdi bitti" şeklinde değerlendirmişti. Tarihçi Yusuf Hikmet Bayur ise, "Osmanlı ekonomisini, Fransızlara verilen kapitülasyonlar değil; İngilizlere tanınan bu imtiyazlar batırdı" demişti.[2]
REŞİD PAŞA ÜZERİNDEN İNCE OYUN
İlginçtir M. Reşid Paşa, 15 yıl sonra yine Hariciye Nâzırı olmuş ve Osmanlı Devleti, İngiltere'nin ve Banker Lionel de Rothschild'in çok istediği ama asla yapmaması gereken şeyi yapmış; güçlü Ruslarla Kırım Savaşı'na girmişti!
Güya Osmanlı'ya destek veren İngilizler, savaşı bilerek genişletiyor ve uzatıyordu. Çünkü savaş, "masraf" demekti. Nitekim hazine tamamen erimişti. Yani, Haçlı Siyonist ittifak, yıllardır ulaşamadığı hedefine Büyük Mason Reşid Paşa sayesinde ulaşmıştı!
28 Haziran 1855'te Londra'da yapılan bir mukavele ile Osmanlı hükümeti, İngiltere ve Fransa'dan 5 milyon İngiliz altını borç almıştı! "Görünmeyen işgal" demek olan dış borç, 1875 yılında tam 251 milyona fırlamıştı.
Bitmedi... Rothschild, 1856'da Osmanlı Bankası'nı kurmuş ve Osmanlı parasını basma imtiyazı almıştı! Bakmayın adının "Osmanlı" olmasına; bu son adım, Haçlı Siyonist işgalin tesciliydi!
HAÇLILARA KALICI HİZMET: TANZİMAT!
Batı'nın hazırlandığı asıl "uzun vadeli" operasyon, "Tanzimat" idi!
Nitekim "yukarıda bahsettiğimiz ilk Batılı darbe"nin mimarı olan "Haçlı Şövalyeleri"ni gizleyen "Truva Atı", Batılılaşma diye pazarlanan "Tanzimat" kapısından girmiştir. Bu kapıyı ise, İngiliz muhibbi Mustafa Reşid Paşa açmıştır!
"Islahat" yani "reform" ambalajıyla sunulan bu proje, aslında; Londra'daki "İslam Ülkelerinin Sömürgeleştirilmesi ve Bu Yoldaki Güçlükler" konulu konferansta alınan "Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için çaba sarf etmemeliyiz. Onları İslam'dan uzaklaştırmak, yani; Hristiyan ahlâkına; kültürüne; geleneklerine; bayramlarına alıştırmak yeterlidir" kararının sahaya sürülmesidir![3]
Bu projeyi üstlenen Mustafa Reşid Paşa, Londra'da hazırlanan "Tanzimat Fermanı"nı Sultan II. Mahmud Han'a yutturamamışsa da, onun; 1 Temmuz 1839 günü tüberkülozdan vefat etmesi üzerine hemen İstanbul'a dönmüş ve 18 yaşında tahta çıkan Abdülmecid Han'a; "İngilizlerin desteği bu fermana bağlı" diyerek kabul ettirmişti!
Bir taraftan Müslümanları; "Batılılaştırıyoruz" derken çaktırmadan Hristiyanlaştıracaklardı, diğer taraftan da; yeni haklar sağladıkları azınlıkları ayaklandırarak "hasta adam"a son darbeyi; isyanlarla vuracaklardı!
Nitekim, yapmaya çalıştığı şeyin mahiyetini çok iyi bilen Reşid Paşa, Tanzimat'ı ilân etmeden önce öldürülmekten korktuğunu söylemişti![4]
Zaten Avrupalı patronları, Tanzimat'ın aslında ne olduğunu açıkça söylüyordu! Mesela, reform(!) için en çok yırtınan ikinci devlet olan Fransa'nın İstanbul Sefiri Albin R. Roussin, Paris'e gönderdiği şu mesaj Tanzimat'ı çok net anlatıyordu:
"Ekselanslarının çok iyi bildiği gibi bizim bu reformlardan maksadımız, Osmanı'yı kalkındırmak değil; Ayafofya üzerinde parlamakta olan hilâli indirip, yerine tekrar Hristiyan haçını koymaktır."[5]
İşte Avrupa'nın kastettiği "ıslahat" buydu!
Reşid Paşa, "Tanzimat Fermanı"nı, 3 Kasım 1839'da Gülhane'de bizzat ilân ederken, Avrupalı sefirler de mutlulukla izliyordu! Ön sırada oturan, "Büyük Baron" James Mayer de Rothschild, yanındaki Hahambaşına, "İmparatorluk bünyesindeki bütün Yahudi cemaatlerine, Tanzimat Fermanı'nın açtığı yolda atılması gereken adımları anlatan bir emirname gönderin" talimatı vermişti![6]
Daha o gün durum değişmişti! Paşazadelerden biri, namaz kılan bir Müslümana, "Ferman okundu; duymadın mı? Artık gayrimüslimlerle beraber olacağız" demişti![7]
"HAYRİYE" DEDİLER AMA "ŞER" GETİRDİ!
"Tanzimat-ı Hayriyye" adıyla sunulan bu uygulamalar, hiç hayır getirmemişti! Islahatı bırakın; koca Osmanlı yurdu altüst olmuştu! Müslümanlar "2. sınıf vatandaş" durumuna düşmüştü. Üstelik de Batı vesayetindeki devlet yönetimi, bu gidişata "dur" diyemiyordu! Avrupa, Osmanlı Devleti'ne o kadar müdahil olmuştu ki, hükümet; yabancı elçiler iştirak etmeden Bakanlar Kurulunu bile toplayamıyordu!
Nitekim, Mustafa Reşid Paşa'nın tekrar Sadaret makamına tayin edildiğine dair 31 Temmuz 1846 tarihli hatt-ı hümayunda; Tanzimat Fermanı'nda ilân edilen hedeflerin gerçekleşmediği belirtiliyor, Reşid Paşa'ya; işleri yeniden düzene sokması için yetki verildiği ifade ediliyordu! Yani Abdülmecid Han, "Başıma sardığın bu belayı temizle" diyordu![8]
1856 yılında ilân edilen Islahat Fermanı ise, gayrimüslimlere Tanzimat Fermanı'ndakilere ilaveten; "gizlice" verilen hakları kayda geçirmeyi ve yenilerini vermeyi hedefliyordu!
Öyle azıtmışlardı ki 1856 yılında, Kudüs'teki Selahaddin Camii'ni kiliseye çevirmek istemişlerdi. Tanzimatçı Kudüs Mutasarrıfı Kamil Paşa da, güya bahse konu yerin mezbelelik olduğu iddiasıyla İstanbul'a, "Kilise yapılmasında bir sakınca yoktur" görüşü göndermişti. Ve maalesef, tıpkı Ayasofya'nın 481 yıl sonra müze yapıldığı gibi; Selahaddin Eyyubî'nin, 1187 yılında fethin sembolü olarak kiliseden çevirdiği cami, Tanzimatçılar sayesinde tam 669 yıl sonra kilise yapılmıştı![9]
Tanzimat'ın ana hedeflerinden biri de Müslümanları "cahil" bırakmaktı! Eskiden İslâm âlimleri, fen bilgilerini de öğrenirdi. Mesela tefsir ve fıkıh âlimi olan Fahreddin-i Râzi Hazretleri, 23 ciltlik Tefsir-i Kebîr isimli kaynak eserinin yanı sıra, fizik; matematik ve tıp dallarında da çok değerli eserler vermişti. İslâm âlimlerinin fen derslerini de okuması, İslâmiyet'i iyi anlamasını ve etkili anlatmasını sağlıyordu.
Tanzimat Kanunu ile birlikte, Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan hesap, hendese, astronomi derslerini de kaldırmışlardı. "Din adamına fen bilgisi lâzım değil" aldatmacasıyla, din adamlarını fen cahili yapmışlardı. Sonra da, "Din adamları gericidir" diyerek, gençleri İslâmiyet'ten uzaklaştırmışlardı.
Tanzimat, "eşitlik" şeklinde kamufle edilse de, o ferman ile azınlıklara verilen haklara, Müslümanlar, 150 yıl sonra bile ulaşamamıştır. Mesela "başı örtülü" bir Hristiyan rahibe veya "takkeli" bir Yahudi, Türkiye'deki bütün üniversitelere girebiliyordu ama başörtülü Müslümanlar; kendi üniversitelerine giremiyordu![10]
PAŞA'NIN HİYANETİ ABDÜLMECİD HAN'I VEREM ETTİ!
Aslında Sultan Abdülmecid Han, teknolojiyi yakından takip ediyor ve Batı'daki gelişmeleri ülkesine taşımak istiyordu. Bu sebeple, en zeki gençleri; iyi eğitim almaları için Avrupa'ya gönderiyordu. Fakat ne hazindir ki bunlar, bilim ve teknoloji değil; "Osmanlı'yı yıkma teknikleri" öğreniyor ve çoğu "Mason" olarak dönüyordu!
Bunu da "nöbetleşe" Sadrazamlık yapan Mustafa Reşid Paşa ile Emin Âli Paşa ve Fuad Paşa gibi çömezleri organize ediyordu. Nitekim Reşid Paşa'nın kritik noktalara yerleştirdiği Masonlar, Tanzimat'ı kullanarak, Misyonerlerin "öğretmen" olarak görevlendirildiği azınlık okullarını yurdun her köşesine yaymıştı. Öncekilere ilaveten; 131 Amerikan, 127 Fransız, 60 İngiliz ve 7 de Rus okulu açılmıştı.[11]
Reşid Paşa'nın Osmanlı Devleti'ni İngilizlere peşkeş çekmesine çok içerleyen Abdülmecid Han, babası gibi üzüntüsünden tüberküloz olmuş ve 38 yaşında vefat etmişti. 31 yaşındaki kardeşi Abdülaziz Efendi, 26 Haziran 1861 tarihinde 32. Padişah olarak tahta çıkmıştı.
İKİNCİ VESAYET HAMLESİ: MEŞRUTİYET!
Sıra, Tanzimat'tan sonraki büyük adıma gelmişti. Batı, Padişah/Halife iradesini zayıflatmakta kararlıydı! İcra yetkisi bürokratlara geçecekti ve onlar üzerinden oluşturacakları "paralel devlet" sayesinde, Osmanlı'yı içeriden çökerteceklerdi! Yönetim sisteminin, vesayete elverişli hale gelmesi için "Meşrutiyet" adı altında, kendi emellerine hizmet edecek olan "Parlamento"nun devreye girmesi gerekiyordu! "Hürriyet, Adâlet ve Eşitlik için Meşrutiyet" sloganlarının asıl amacı buydu!
Masonlar, "Yeni Osmanlılar Cemiyeti"ni (1866 yılında) bunun için kurmuştu.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in "Biziz" dediği "Jön Türkler"in ilk nüvesi olan bu Cemiyet, "Osmanlı'nın kurtuluşu yolunda son hatve (adım)" sloganlarıyla, "Osmanlı'nın yıkılışı için son adım" atmak istiyordu.
Fransız İhtilâli'nin kötü bir taklitçisi olan Yeni Osmanlılar Cemiyeti, Abdülaziz Han'dan Meşrutiyeti ilân etmesini istemişti. Sultan Abdülaziz, Tanzimat Fermanı'nın Osmanlı'yı nasıl perişan ettiğini yakından görmüştü. Zira İngiltere; Fransa ve Rusya, azınlıklara; kötü niyetli olarak verilen abartılı ayrıcalıkları, kendi hedefleri için kullanarak Hristiyan tebaayı kışkırtmış, Suriye; Girit; Sırbistan; Bosna-Hersek; Eflak-Boğdan ve Karadağ'da isyanlar organize etmişti.
Şimdi ise, "Saray iradesi"ne göz dikmişlerdi! Niyetlerini iyi bilen Halife, "Meşrutiyet" talebini kabul etmediği gibi bu fitne ocağını da dağıtmıştı.
Abdülaziz Han'ın, Meşrutiyet vesayetini kabul etmeyeceğini anlayan İngilizler, işbirlikçileri üzerinden bir "darbe" hazırlığına çoktan başlamıştı!
HIRSLI VE ÖFKELİ OLANLARI ÇOK SEVİYORLAR!
Haçlı ittifak, ele geçirmek istediği her ülkeye önce Mason localarını göndermiş ve yetiştirdikleri yerli işbirlikçileri önemli kademelere yerleştirmişti. Osmanlı Devleti'nde de bu süreç, Mason Mustafa Reşid Paşa ile başlamış, onun yetiştirmesi olan Midhat Paşa ile "darbe" aşamasına gelmişti.
Sadrazamlıktan azledildiği için Abdülaziz Han'ı devirmek üzere İngilizlerle anlaşan Midhat Paşa'nın en büyük yardımcısı ise yolsuzluk sebebiyle Seraskerlikten azledildiği için Abdülaziz Han'ı öldürmeye yemin etmiş olan Hüseyin Avni Paşa idi![12]
Kişisel hırsları, bu iki Paşayı daha kullanışlı hale getirmişti. Zira İngilizler, bu tür zaaflardan istifade etmeyi çok iyi biliyordu!
DARBEYİ İNGİLİZ SEFİR YAPTI!
30 yıl önce İngiltere Büyükelçisi Lord Canning ile Mustafa Reşid Paşa üzerinden "Islahat ambalajlı Haçlı Seferi" yürüten merkez, şimdi de yine İngiltere Büyükelçisi Sir Henry Elliot ile Midhat Paşa üzerinden, "İlk Haçlı darbesi"ni gerçekleştiriyordu.
"Desteğimiz olmasaydı darbe yapmaya teşebbüs edemezlerdi ve başarılı olamazlardı" diyen Sir Elliot, İngiltere'nin rolünü (özetle) şöyle anlatıyor:
"1875 Kasım ayında Midhat Paşa bana geldi. Meclis-i Mebusan'ın (yani darbenin) teşekkülü konusunda İngiltere'nin yardım ve desteğinin ne kadar önemli olduğunu tekrar be tekrar beyan etti. Ben de bu teminatı bilâ-tereddüt (tereddütsüz) verdim."[13]
30 Mayıs 1876 darbesinden bir hafta önce Londra'ya "özel rapor" gönderen Elliot, "Payitahtta herkes değişikliği konuşuyor" demişti. İlginç olan ise, darbeyi millet nezdinde "meşrulaştırmak" için Kur'an-ı Kerim'deki bazı uygun(!) ayetlerin elden ele dolaştırıldığını belirtmesiydi.
ÖNCE HÜKÜMET VE "DİYANET" DARBESİ
"Darbenin güvenliği" için hükümeti ele geçirmeleri gerekiyordu! Zira 1872'de Midhat Paşa'nın azledilmesinden sonra elden ele dolaşan Sadaret makamı, son 8 aydır "Rusçu" Mahmud Nedim Paşa'nın uhdesindeydi. Bu ortamda hedefe ulaşmaları mümkün değildi!
Midhat Paşa ve diğerlerinin para karşılığında gizlice organize ettiği insanlar, caddelerde gösteri yapıyor; darbecilerin istekleri, bu "ücretli" göstericilerin ağzından; "halkın talebi" gibi servis ediliyordu. Ayrıca Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) Cemiyeti üyeleri de; "müderris" kıyafetiyle gittikleri medreselerde, (aynı cemiyetin üyesi olan Ebüzziya'nın iddiasına göre) bol "İngiliz bahşişi" ile gönüllerini fethettikleri talebeyi tahrik ediyordu.[14]
Hakeza; İttihatçı M. Celaleddin Paşa da "Sarraf Hristaki, medreselere; Midhat Paşa'nın aracılığıyla gizlice para dağıtıp talebeyi ayaklandırdı" demektedir.[15]
Nitekim Fatih, Bâyezid ve Süleymaniye medreselerinde okuyan 3 bin talebe, 10 Mayıs 1876 günü sokağa dökülmüştü. Babıâli; yani Hükümet önünde toplanan öğrenciler, "Sadrazamı, Seraskeri ve Şeyhülislâmı istemezük" sloganı atıyordu.
Organize grupların da katılmasıyla, "geniş halk kitlesi" görüntüsü verilen protestocular, Midhat Paşa'nın Sadrazam; Hüseyin Avni Paşa'nın Serasker ve ne hikmetse; Hasan Hayrullah Efendi'nin de Şeyhülislâm olmasını istiyordu! Çaresiz kalan Abdülaziz Han 12 Mayıs'ta Mahmud Nedim Paşa'yı azletmiş; ahalinin(!) taleplerini yerine getirmişti![16]
Artık, düğmeye basılabilirdi!
Sir Henry Elliot ve Midhat Paşa, ayrıntıları kararlaştırmıştı. Sivil kanadı, Şura-yı Devlet (Danıştay) Başkanı Midhat Paşa organize edecek, askerî operasyonu ise Serasker Hüseyin Avni Paşa yürütecekti.
FETÖ GİBİ DARBEYİ ERKENE ALDILAR!
İngiliz Donanması'nın da 25 Mayıs 1876 gecesi gelerek Beşike Limanı'na demirlemesi üzerine ertesi gün Avni Paşa'nın; Paşalimanı'ndaki yalısında toplanan cuntacılar, 31 Mayıs Çarşamba gününde karar kılmıştı.[17]
Ancak Sultan Abdülaziz Han, Serasker Avni Paşa'yı 30 Mayıs Salı günü Saray'a davet etmişti. "Saray bir şeyleri sezdi" şüphesinin doğru çıktığını düşünen Serasker, "Hastayım, sabahleyin gelirim" cevabı göndermiş ve hemen Sadrazam Rüşdü Paşa ile Midhat Paşa'yı yalısına çağırarak, durumu izah etmiş; "Hal' işini bu gece halledelim" demişti!
Tıpkı 15 Temmuz 2016'da "İfşa olduk" paniğiyle darbeyi erken saate çeken FETÖ gibi, o gece (30 Mayıs) harekete geçme kararı almışlardı! Hemen Seraskeriye'ye gitmiş, Şeyhülislâm ve diğer darbecileri de çağırmışlardı.[18]
İFTİRALARLA DOLU "DARBE FETVASI"
Darbeye "meşru" görüntüsü vererek milletin tepkisini bertaraf etmek için bir "fetva" gerekiyordu! "Hayrullah Efendi" ısrarının hikmeti(!) de burada ortaya çıkıyordu.
Adı Hayrullah olsa da "Şerrullah" diye tanınan Mason Şeyhülislâm, hıyanet sözünü tutmuş, Fetva Emini Kara Halil'i çağırarak, "Din işlerini ihlâl; Beytülmalı israf eden, aklî dengesi yerinde olmayan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi..." mealinde bir fetva yazmasını istemişti. Menfaatinin esiri olan Kara Halil'in yazdığı düzmece metin, Hayrullah Efendi'nin de tasdikiyle "darbe fetvası" halini almıştı!
"Din işlerini ihlâl etti" iddiası, din ile hiç ilgisi olmayanların çirkin bir iftirasıydı. Mabeynci Âtıf Bey, "Üç sene hizmetinde bulundum, Ehl-i sünnet itikadına muhalif bir söz işitmedim" demişti.[19]
Bu Mason üstatlarının izinde giden İttihatçılar da, 33 yıl sonra Abdülhamid Han'ı tahttan indirirken aynı yalanlara başvuracaktı!
KURDUĞU DONANMA, SARAYI KUŞATTI!
Hareket 30/31 Mayıs 1876 gecesi başlatılmıştı. Redif Paşa, "Padişahımızı koruyoruz" diye kandırdığı taburlarla Dolmabahçe Sarayı'nı kuşatmıştı. Bahriye Nâzırı Kayserili Ahmet Paşa da kuşatmaya savaş gemileriyle katılmıştı. Harp Okulları Kumandanı Süleyman Paşa ise 300 kadar Harbiye öğrencisiyle Veliaht Dairesi'ni "güvenlik çemberi"ne almıştı!
Uydurma "Hal' Fetvası" okunmuş; böylece Veliahd Murad'ın Sultanlığı "meşru" olmuştu! İlk biat edenler ise hazır bekleyen Avrupa temsilcileriydi![20]
Cülus toplarını duyunca pencereye koşan Abdülaziz Han, özel itinayla kurduğu zırhlı donanmanın sarayı kuşattığını ve namluların da kendisine baktığını görünce yıkılmıştı!
"HAL' EDİLDİN" DEYİP GÖTÜRDÜLER
Sultan'a, "Devrildin" haberini, Avni Paşa'nın görevlendirdiği Darüssaade Ağası Cevher Ağa iletmişti. Abdülaziz Han'ı ve haremini, aşağılayıcı bir şekilde, 20 yıldır terkedilmiş durumda olan Topkapı Sarayı'na götürmüş ve özellikle amcası Sultan III. Selim'in öldürüldüğü daireye hapsederek "Sen de öldürüleceksin" mesajı vermişlerdi.
Nakil esnasında subaylardan biri "Mücevher saklamış olabilir" diye Neşerek Kadınefendinin şalını çekip almıştı. Bu kadınefendi, meşhur Çerkez Hasan'ın ablasıydı. Hasan Bey, bu terbiyesizliğin hesabını sormak için darbecilerin toplandığı konağı basmış ve "darbecibaşı" Avni Paşa'yı öldürmüştü!
Netice itibariyle, 17 sene milletine hizmet eden Aziz Han devrilmiş, Murad Efendi, "Sultan V. Murad Han" olarak tahta çıkarılmıştı. Bu "uzaktan kumandalı darbe" hastalığı, sık sık ortaya çıkacak ve Osmanlı, Batı'dan gelen bu darbelerle yıkılacaktı!
Padişah'tan Valide Sultan'a kadar herkesin mal varlığına el koymuşlardı. Yağmaladıkları paranın bir milyon lirasını, "Tefeci Hristaki"ye vermişlerdi. Yüksek bir meblağı da, "Maliye'nin borçları" bahanesiyle Osmanlı Bankası'na aktarmışlardı. Aslında, "sponsor"lara borç ödemişlerdi![21]
Öte yandan, nemli ve soğuk odadaki bir tahta üzerinde üç gün bekletilen Halife; 2 Haziran sabahı Feriye Sarayı'na nakledilmişti.
KUR'AN-I KERİM OKURKEN BİLEKLERİNİ KESTİLER!
Vatanı ve Sultanı korumakla görevli "Serasker" yani; Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa'nın ayarladığı pehlivanlar; 4 Haziran sabahı Kur'an-ı Kerim okumakta olan Sultan'ın üzerine çullanmış ve kendilerine söylendiği şekilde bileklerini keserek pencereden kaçmışlardı. Hemen oraya damlayan Serasker Avni Paşa yaralı Sultan'ı hastaneye değil; Feriye Karakolu'na naklettirmişti."[22]
Can çekişmekte olan Abdülaziz Han'a, "Hadi bizi azlet" diyerek alay eden Midhat ve Avni Paşalar, hemen "cinayete kılıf" aşamasına geçmişti!
İngiliz ve ABD sadaret tabipleri ile Ermeni Marko Paşa'nın da olduğu 17 doktor, mevtayı muayene etmek istemiş ancak Avni Paşa "Bu, padişahtır. Her tarafını açtırmam" diyerek, bileklerinden başka hiçbir yerini göstermemişti! Muayenesiz rapor yazılmasında ısrarın sebebini, cenazeyi yıkayan imamların yıllar sonra Yıldız Mahkemesi'nde verdiği, "İki dişi kırıktı, sakalının sol tarafı yoluktu, sol göğsü çürüktü" ifadeleri açıklıyordu.[23]
Bu vahşi suikast, sonra gelen sultanların, aynı akıbeti yaşama tedirginliğiyle saltanat sürmesine sebep olmuştu. Tıpkı Adnan Menderes'ten sonrakilerin; "idam" korkusuyla başbakanlık yaptığı gibi...
KÜÇÜK MAKASLA BİLEKLER KESİLİR Mİ?
Cinayet, senaryoya uygun olarak "Tahttan indirilmesi ağır geldi ve sakal makasıyla bileklerini kesti" şeklinde açıklanmıştı.
İster inanın, ister inanmayın! Bir Halife, "büyük günah" olduğunu iyi bildiği halde canına kastetmişti! Bunu ise küçücük bir makasla önce sol bileğini keserek, sonra da; bileği kesik eliyle sağ bileğini keserek yapmıştı!
Halbuki, takva ehli bir "Halife" olarak hiçbir şartta intihar etmeyeceği gibi tam aksine; kısa zamanda kendisinin aranacağını düşünüyor; yaşamak istiyordu.
Zaten Avni Paşa da; Abdülaziz Han'ın kendisinden intikam almasından korktuğu için ortadan kaldırmak istiyordu!
Netice itibariyle, katiller; "muktedir" olduğu için konu kapanmıştı! Nitekim İngilizler de, "suç ortağı" telaşıyla davranmış ve "Encyclopaedia Britannica"ya; "intihar etti" şeklinde yazdırmıştı ama 1940 tarihli Larousse Illustre, "katledildi" şeklinde; doğruyu yazmıştı.
Sultan Abdülaziz Han'ın naaşını muayene eden Doktor Dickson da, 3 Kasım 1884 tarihinde kendisini İstanbul'da ziyaret eden İngiliz Casusu Wilfrid Blunt'a, "İntihar süsü verilmiş bir cinayettir" demişti.[24]
Bütün bu gerçeklere rağmen Türkiye'nin resmî tarihi, İngiliz uşaklarının yalanı üzerine kurulmuştu! Hatta Sultan Abdülaziz Han; okullarda, "Horoz dövüştürüp galip gelene madalya takan bir meczup", darbeci Midhat Paşa'yı ise "Hürriyet kahramanı" olarak öğretilmişti!
"GÖRGÜ ŞAHİDİ" MİSYONER: İNGİLTERE YAPTI
Devletin, hâlâ rektör atamakta bile zorlandığı Boğaziçi Üniversitesi'nin eski versiyonu olan "Robert Kolej"de 38 yıl görev yapan George Washburn, Robert Kolej'i, 1863'te kuran Misyoner Cyrus Hamlin'in damadı olup; 1865'te öğretmen olarak başladığı görevini 1872'den itibaren müdür ve başkan olarak 1903 yılına kadar devam ettirmişti.
Hatıralarında, 1875 yılı sonlarında İstanbul'un karışacağı yönünde çok ciddi sinyaller aldığını ifade eden Washburn, darbenin dış bağlantısını şöyle anlatmaktadır:
"İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Elliot, Türkiye'deki gidişatı (yönetim şeklini) kökten değiştirecek entrikalar çevirmekle meşguldü. Nitekim 31 Mayıs 1876 sabahı, yeni padişah Murad'ın tahta oturduğu haberiyle uyandık."
Midhat Paşa'nın operasyonu; Henry Elliot ile plânladığını ve İngiliz Gizli Servisi'nin desteğiyle gerçekleştirdiğini belirten Washburn, Abdülaziz Han'ın hunharca katledilmesi ile ilgili ise, hiç bilinmeyen ayrıntılar veriyordu:
"Sultan'ın tahttan indirilmesinden kısa süre sonra taraftarları, 'karşı devrim' başlatma sürecine girmişti ki, aniden; Abdülaziz'in intihar ettiği haberi geldi. Ancak kimse inanmadı. Delilleri görünce bende de, eski Sultan'ın; 'karşı devrim'den korkanlar tarafından öldürüldüğü inancı oluştu."[25]
Zaten, Osmanlı'nın yıkılışını yakından inceleyen Strasbourg Üniversitesi Türkoloji Başkanı Prof. Dr. Paul Dumont'un "Farmasonlar; 1876 öncesi aktif rol oynamış, V. Murad tahta geçince de 'gölge Mason hükümeti' kurmuştu" tespiti, darbe ve cinayetteki İngiliz parmağını göstermektedir.[26]
EKİLEN FİTNE TOHUMLARI ŞİMDİ BİRE YÜZ VERİYOR!
Tanzimat ilânı ve Abdülaziz Han'a yapılan hain darbe, Osmanlı Devleti'ndeki ilk büyük makas değişikliğidir! Zira, Osmanlı'yı yüzyıllardır cephede yenemeyen Haçlı Siyonist ittifak, sinsi İngiliz yöntemiyle içeriden çürütme çabalarını; Saray'a kadar uzatmıştır. Bu sayede, iradesi güçlü bir padişah kalmamış, yetkileri devralanlar ise, Batı'nın istediklerini yapmıştır.
Reşid Paşa ve Midhat Paşa'nın "müstemleke zihniyeti"ni, Abdülhamid Han döneminde de İttihat ve Terakki Cemiyeti; yani Jön Türkler devam ettirmişti. İttihatçılar da yine İngilizlerden aldıkları talimatla, Abdülhamid Han'ı; nice derin entrikalarla tahttan indirmişlerdi! Bu hıyanetin çok vahim ayrıntılarını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:
https://www.star.com.tr/yazar/31-mart-vakasi-butun-post-modern-darbelerin-anasi-yazi-1937955/
İttihatçılar döneminde de mantar gibi bütün Anadolu'ya yayılmaya devam eden Misyoner okullarında, İslâmiyet'e karşı görülmemiş bir savaş yürütülmüştü! Bu hıyanet ocaklarına, "kaliteli eğitim" kandırmacasıyla kaydedilen Müslüman evlatları, sinsi yöntemlerle; çaktırmadan İslâm'dan uzaklaştırılıyordu.
"Bütün dinler kutsaldır. Önemli olan ibadet değil; iyi niyettir" gibi Mason söylemleriyle uyuşturulan gençler, Hristiyanların yeni stratejisi olan "Dinler Arası Diyalog" sapıklığına esir ediliyordu. İngilizlerin o dönemde Müslümanları kandırmak için kullandığı Cemaleddin Efganî'nin günümüzdeki versiyonu olan Fetullah Gülen de aynı taktikleri uygulamıştı.
Aynı okullar, Ermeniler başta olmak üzere, "Devlet kurun" diye tahrik edilen bütün azınlıkların isyanlarını organize eden birer "karargâh" olarak kullanılmıştı.
Netice itibariyle bizi yıllarca uğraştıran ve hâlâ kurtulamadığımız PKK ve FETÖ gibi terör örgütleri, o dönemde ekilen fitne tohumlarının envai çeşit zehirli meyveleridir.
En korkunç gerçek ise, İttihatçıların günümüzdeki versiyonu olan CHP'nin, "Müstemleke Zihniyeti"ni hâlâ sürdürmesidir. Zira İttihatçı/Jön Türk zihniyeti demek, bütün bu belaların kaynağı olan İngilizlerin vesayetçisi olmak demektir. Zaten CHP'nin Jön Türk lideri de, tıpkı Mason Reşid Paşa gibi, en azılı Türk düşmanı olan İngilizleri yardıma çağırmaktadır ki; bu bir ülke için "felâket" davetidir!
[1] Nuh Albayrak, İçten Dıştan Entrikalar, KTB Yayınları, İstanbul 2022, s. 186.
[2] Türkiye, 22 Ocak 1989.
[3] Osman Sarı, Oryantalizm Üzerine Bir Araştırma, Fırat Ünv. Sosyal Bilimler Ens., Elazığ 2008, s. 59.
[4] İhsan Süreyya Sırma, Tanzimat'ın Götürdükleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1991, s. 37.
[5] Fransa Dışişleri Bakanlığı Arşivi, N.S. Turquie, 1976, s. 38.
[6] Hasan Mehmet Bulut, İngiliz Derviş, IQ Yayıncılık, İstanbul 2018, s. 68
[7] Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul 1999, s. 29.
[8] İhsan Süreyya Sırma, Tanzimat'ın Götürdükleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1991, s. 51.
[9] Karen Armstrong, Jerusalem One City Three Faiths, Ballantine Books, New York 1997, s. 356
[10] İhsan Süreyya Sırma, Tanzimat'ın Götürdükleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1991, s. 47.
[11] Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, İstanbul 1992, s. 19.
[12] Alperen Demir, Çerkes Hasan Vakası, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2018, s. 33.
[13] Henry Elliot, İntihar mı, Katl mi, Kitapçı İlyas, İstanbul, (Osmanlıca baskı; tarih yok) s. 14.
[14] Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, Kervan Yayınları, İstanbul 1973, C: III, s. 118.
[15] Mahmud Celaleddin Paşa, Mirat-ı Hakikat, (İsmet Miroğlu), Berekât Yayınevi, İstanbul 1983, s. 106.
[16] Çerkes Hasan Vakası, s. 39.
[17] Osman Nuri, Abdülhamid-i Sâni ve Devr-i Saltanatı, C: 1, Matbaa-i Hayriye, İstanbul 1327, s. 21.
[18] Süleyman Kocabaş, Sultan Abdülaziz ve I. Meşrutiyet, Vatan Yayınları, İstanbul 2001, s. 186.
[19] Ekrem Buğra Ekinci, Düzmece fetva Sultan Aziz'i nasıl tahttan etti, Derin Tarih, Mayıs 2015, s. 80
[20] Abdülhamid-i Sâni ve Devr-i Saltanatı, s. 23.
[21] Çerkes Hasan Vakası, s. 47.
[22] Meydan Larousse, Abdülaziz, C. I, s. 26.
[23] Halid Ziyade, "Osmanlı Sultanı Abdülaziz'in Ölümündeki Gizem", El Hayat Gazetesi, 11 Kasım 1991.
[24] Mehmet Hasan Bulut, Siyah Papa'nın Casusu, IQ Yayıncılık, İstanbul 2018, s. 172
[25] George Washburn, İstanbul'da Elli Yıl, Meydan Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 130-143.
[26] Grant Orient de France Arşivlerinde Osmanlı Mason Locaları, Yenilik Basımevi, İstanbul 1985, s. 54.