İnsanın en fena özelliklerinden biri duyarsızlık bence... Kalabalıkların genel vurdumduymazlığı bir yana vicdansız diye tanımlayamayacağımız insanların, bazı koşullar altında başkalarının acılarına aldırmamasına yol açan bir ruh hali bu... Yardımlaşma, dayanışma, hakkını savunma, tavır alma gerektiren durumlarda tepkisiz kalma biçiminde ortaya çıkar.
Bir yanda çeşitli nedenlerle kendilerini güvende hissetmeyen, korkutulmuş, ötekileştirilmiş insanlar, örneğin azınlık mensupları, göçmenler, yoksullar kabak kendi başlarına patlar, suçlanır, sınır dışı edilir, işsiz kalırlar kaygısıyla siner. Diğer yanda statüsü sarsılmaz olanlar işin ucu kendilerine dokunur, dertsiz başlarına dert açılır diye duymazlıktan, görmezlikten, bilmezlikten gelmeyi tercih eder.
Her canlının acısını kendi etinde, kendi ruhunda hisseden duyarlı insanlardan olmak, onlar gibi özveride bulunmak elbette herkesin harcı değil. Fakat bazı olağanüstü haller vardır ki artık “ben”i bir kenara kaldıramayan insanın kendi kayıtsızlığına bahane bulması çok zor hale gelir.
***
Sinemalarımızda bu hafta gösterime girecek olan “38 Temoins / 38 Tanık” adlı film işte böyle bir durumu ele alıyor. Belçikalı usta yönetmen Lucas Belvaux’nun imzasını taşıyan “38 Tanık”, hiç yabancısı olmadığımız bir “Aman şahit yazmasınlar!” korkusunu irdeliyor. Bir gece, Fransa’nın Le Havre kentindeki ıssız bir sokakta, bir cani, bir kadına saldırır ve onu öldürür. Gecenin sessizliğinde bıçaklanır, sürüklenir, mücadele ederken hiç mi bağırmamış, yardım istememiştir bu kadın?
Gazeteci Sophie (Nicole Garcia) sokak sakinleriyle konuşmaya başlar. “Duymadım, görmedim, bilmiyorum” ifadelerinin ardında yatanın “Aldırmıyorum” anlamına geldiğini tıpkı polis gibi o da bilir. Dairesi cinayet mahalline hakim bir konumda olan, ama olay sırasında seyahatte olan Louise (Sophie Quinton) açıkyüreklilikle konuşan tek kişidir. Erkek arkadaşı Pierre (Yvan Attal) evde olduğu halde gerçekten hiçbir şey fark etmemiş midir? “38 Tanık” Pierre’in vicdan azabına dayanamayıp öldürülen kadının çığlığını duyduğunu itiraf etmesi üzerine mahallede yaşayanların huzurunun nasıl kaçtığına odaklanıyor.
Belvaux’nun Didier Decoin’in “Est-ce ainsi que les femmes meurent?” (Kadınlar Böyle mi Ölür?) adlı romanından uyarladığı film gerçek bir olaya dayanıyor. 1964 yılında 28 yaşındaki Kitty Genovese New York’ta öldürüldüğünde soruşturması tam da böyle gelişmiş. New York Times gazetesi yazarı A.M. Rosenthal “Hastalığın adı duyarsızlık” başlıklı makalesine “Queens’te otuz sekiz saygın, kanunlara uyan vatandaş, Kew Gardens’da bir katilin takip ettiği bir kadını üç ayrı kez saldırarak bıçaklamasını yarım saat boyunca izledi” diye yazmış. Yakalanan katil Winston Moseley de komşuların kendisini gördüğünü fark ettiğini, ama “Kızı rahat bırak!” diye bağıran bir komşu dışında kimse tepki göstermeyince “işini rahat rahat bitirdiğini” söylemiş!
Kitty Genovese cinayeti birçok incelemeye konu oldu ve sosyal psikoloji alanındaki çalışmalarıyla tanınan yazar Malcolm Gladwell, 38 tanığın kayıtsızlığına sorumluluğun yayılması ve seyirci etkisi teşhislerini koydu... Topluca tanık olunan bir olayda insanların donakalması, önlerinde olup bitene öylece bakmasına seyirci etkisi diyoruz. İlk hareketi başkalarından beklemeleri, yardıma koşmayı, hatta polis / ambulans aramayı vb. birbirlerine devretmesi de sorumluluğun yayılması olarak tanımlanıyor. Sonuçta kimsenin müdahale etmemesi, gözlerinin önünde birilerinin zarar görmesi sonucunu doğuruyor. Böyle bir duyarsızlığın vicdan azabına katlanmak hiç kolay değil...
Lucas Belvaux’nun “38 Tanık”ı sinemasal açıdan ziyade sosyal psikoloji açısından mutlaka izlenmesi gereken bir film.