ABD’li referans silah sanayi haberleri yapan Defense News dergisinde 11 Ocak tarihinde; ‘Türkiye’nin Yeni Savunma Anlaşmaları’ başlıkla yayınlanan yazıda, Türkiye’nin başta Çin, Japonya, G. Kore ve Malezya olmak üzere Asya ülkeleriyle, savunma sanayi için flört ettiği yazıyordu. Öte yandan, Başbakan Erdoğan’ın Japonya ziyareti sırasında teslim edilen, TÜRKSAT 4A uydusunun üretiminin, her iki ülkenin ortaklaşa uzay çalışmaları için bir başlangıç olduğunu ve Türkiye’nin 2020 yılına kadar 16 uyduyu yörüngeye oturtmayı planladığını ve önümüzdeki beş yıl içinde Japonya ile yapılacak uydu sözleşmelerinin 2 milyar doları bulacağı da vurgulanıyordu. Aslında Başbakan Erdoğan’ın Asya gezisinin bir teknoloji ve savunma sanayi gezisi olduğu ve buna bağlı olarak da bu ülkelerle serbest ticaret anlaşmalarınının imzalanmasının gündeme geldiğini dergi, çok önemli bir ayrıntıyı yakalamışcasına anlatıyordu.
Jerusalem Post’un ‘hesapları’
Öte yandan Le Monde Diplomatique’in Türkiye baskısında, İsrail’in ‘The Jerusalem Post’ gazetesinden alınmış ‘Hesaplar Değişiyor’ başlıklı yazı, 5 Şubat tarihliydi ve ‘Türkiye, uçak gemisi olarak görev yapacak, çok amaçlı bir gemi anlaşması yaparak, Doğu Akdeniz’de donanma dengesini değiştirecek çok büyük bir adım attı’ cümlesiyle başlıyordu. Türkiye’nin bu adımını, Kıbrıs konusunda atacağı diplomatik adımların izyeyeceğini vurgulayan Jerusalem Post, Doğu Akdeniz kaynakları için, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan’ın, Türkiye’nin dağıtım merkezi olmasına bağlı olarak, kendi çıkarlarına aykırı bir gelişme olursa, çıkarlarını güvenceye almak için kolektif bir güvence geliştirmeleri gerekir diye de fikir yürütüyordu. Tabii burada iki soru sormak gerekiyor; Türkiye NATO üyesi olduğuna göre, bu ‘kolektif’ güvence nasıl olacak; ikinci, belki de daha önemli soru da- Kıbrıs ama hangi Kıbrıs olmalıdır. Şu sıra Kıbrıs’ta işte bu yüzden çözüme-bence- Annan Planı’ndan daha yakınız. Bu arada Jerusalem Post, ‘Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sürgit güçlü bir donanma tutması ekonomisinin kaldıramayacağı bir şeydir’ diye de yorum yapıyor. Aslında enerji habı olmaya kalkan ve yüzyıldan fazla süren bir enerji oyununu bozup yeniden kurmaya kalkan bir ülkenin, en son düşüneneceği maliyet kalemi, bu iş için donanma takviyesidir. İşte burada, hem Defense News dergisinde hem de Jerusalem Post’da çıkan bu iki haberi birleştirdiğimizde, tam şimdi, yaşadığımız çok önemli ekonomik ve siyasi olaylara ışık tutacak bir yere varıyoruz.
Çin yoğun sermaye ihracına başlayacak
Şimdi Asya ve dünya ekonomisinin iki önemli gücü Çin ve Japonya’ya bakalım. Japonya Merkez Bankası (BOJ) ısrarla genişleme politikasına devam ediyor. Başbakan Abe, burada maliye politikalarında da taviz vermeyecek ve Japonya, hem kendi ülkesindeki hem de dışarıya sermaye ihraç eden öncü teknoloji sektörlerini destekleyecek. Tabii bunların başında uzay teknolojileri, nükleer ve buna benzer sektörlere bağlı savunma sanayi geliyor. Japonya’nın şimdiye değin, batı baskısıyla bu alanları yeterince desteklememesi ve bu alanlardaki sermayeyi-yeterince- ihraç etmemesi dönemi kapanıyor. Japonya, bu alanlarda Türkiye ile güçlü bir işbirliği yapacak. Yine Çin’in büyümesi toplamda düşüyor ama büyüme bölgeler arasındaki dengesizlikleri giderecek yeni bir yola da giriyor. Böylece Çin, içeride refahı yukarı çekecek yeni bir yola girerken, ihracatını daha yüksek katma değerli mallara yönlendirecek ve ucuz mal ihracıyla büyüme yerine sermaye ihracı ile büyümeyi öne çıkartacak. Hiç şüphesiz Çin’in yoğun bir şekilde sermaye ihraç etmeye başlaması bize yeni bir dönemi anlatır. Bu daha önce Batı’nın kısıtlı sermaye ihracı gibi olmayacaktır. Teknolojinin sınırsız paylaşımına dayalı yeni bir bütünleşme ve kalkınma paradigmasıdır bu...
Abdülhamit neden özel mülk edindi...
Tam burada duralım ve yine güncel bir haberden yola çıkarak tarihe bakalım...
Geçenlerde II. Abdülhamid’in torunlarının dedelerinin mülkü olduğu gerekçesiyle, İstanbul’da çok önemli taşınmazlarda hak iddia ettiklerini okudum. Evet doğrudur, Abdülhamit devlet düzeyinde kişisel mülk edinmiştir. Ancak bunun çok önemli bir nedeni vardır; Osmanlı-Rus Harbi öncesi (1875) iflasını açıklayan imparatorluk, yenilgiden sonra ağırlaşan bunalımı aşamayınca, 1881’de Düyun-ı Umumiyye İdaresi’nin kıskacına girmiştir.
İşte Padişahın kişisel mülk edinmesi, önemli mülkleri borçlara karşı koruma girişimidir. Abdülhamit’in bu saikle edindiği kişisel mülkler arasına, bugün enerji zengini Musul vilayeti özellikle olmak üzere Irak’ta girer. Öyle ki Bağdat ve Musul vilayetlerinde tapulanmış toprakların yüzde 44’ü Abdülhamit adına kayıtlıdır. Yani Osmanlı, bu bölgede neft dediği petrolü İngilizlerden önce sahiplenmiş ve borçlardan korumak için de bu değerli toprakları Padişah’ın özel mülkü haline dönüştürmüştür. İşte bölge petrollerinin Padişahın kişisel mülkü haline dönüştürülmesi (emlak-ı hümayun) bir enerji paylaşımı olarak anlaşılmış ve bugün olduğu gibi, Batı’da müthiş bir panik başlamıştır.
Musul ve Bağdat nasıl gitti?
2. Meşrutiyet’in sonuçlarından birisi de, Bağdat-Musul petrol yataklarının kişisel mülkten çıkartılarak devletleştirilmesi olmuştur. Çok garip değil mi; devrim yapıyorsunuz ve haliyle Padişah’ın kişisel mülkiyetini devletleştiriyorsunuz, halbuki millileştirdiğinizi sandığınız topraklar, tam aksi, Batı’ya peşkeş çekilmiş oluyor. İşte bu topraklarda tarih ve güncel, hiç de göründüğü ve resmen anlatıldığı gibi değildir, çok daha ‘derin’ ve karmaşıktır. II. Abdülhamit zamanında ayakta kalmaya çalışan imparatorluk, tam şimdi, içinde bulunduğumuz bütün dondurulmuş ve sıcak çatışma alanlarını içeriyordu. Adriyatik’ten Basra Körfezi’ne, Kafkasya ve Afrika’ya kadar...
Çürüyene tekme atmak ve yeniden kurmak...
Şu an önümüze gelen tüm sorunlar, başka bir biçimde yine vardı. Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Irak enerji meseleleri, Balkanlar ve Rusya şimdi yine başka bir biçimde var. Bu, kesinlikle tarihin tekrar ettiği anlamına gelmiyor, bunun tek bir anlamı var; yüzyıl önce bu topraklardaki zenginliklerin üzerine oturanlar, çok haksız ve yanlış bir düzen kurmuş ve bu düzen zenginliklerin gerçek sahiplerinin işine yaramamış, yanlış bir düzenmiş, sahte ve çürükmüş; şimdi bu yıkılıyor ve oyun yeniden kuruluyor.
Şimdi yeniden Defense News ve Jerusalem Post’un haberlerine dönelim; evet, Türkiye, tam yüz yıl sonra, çürüyen bu sahte düzeni tekmelemeye başladı. Hesaplar değişiyor. Türkiye, Asya ile yeniden buluşuyor ama bu sefer Ertuğrul Gemisi’nin yaptığından çok daha köklü ve sahici bir buluşma bu. Adriyatik’ten Basra’ya ve Kafkaslar’a kadar kurulmuş bütün enerji, pazar ve savunma teknolojisini, ekonomisini değiştirecek ancak Avrupa Birliği’ni de dışlamayan, tam aksine, oradaki krizi de aşacak yeni bir ekonomi ve siyaset geliyor. Peki bu, kolay mı olacak, bu değişimi kazasız belasız yapmamıza izin verecekler mi; görüyorsunuz ki hayır, ancak olacak...