Devrimlerden hiç hazzetmem. Demokratikleşme ile sonuçlanan bir devrim olmamıştır. Amerika'yı örnek verirler ama o da ne devrimdir ne de gerçek anlamda demokrasi. Yerlilerin topraklarını istila eden kolonilerin geliştirdikleri sisteme demokrasinin kamil hali diye övecek değiliz. Üstelik siyahlara karşı uygulanan ayrımcılık hala devam ediyorken.
Fransız devriminin ise demokrasi ya da halkların eşitliği ilkesini yaygınlaştırdığını değil, milliyetçiliği yeni tip sömürgeleştirmenin bir aracına dönüştürdüğünü Batı'nın namuslu düşünürleri de teslim ediyor.
Devrimlerle darbelerin kardeş olduğunu söylersek çok da abartmış olmayız.
Toplumsal gelişmelere bakarken ihtiyatı elden bırakmamak gerek yani. Kitleler harekete geçti mi bir kere bir de arkada da neyin ittirdiğine, sonrasında ortaya çıkan çatışmaları neyin ya da kimin kışkırttığına bakmak gerekir. Demokrasi kavramının özellikle de bizim bölgemiz söz konusu olduğunda bir işgal aparatına dönüşmüş olduğunu düşününce yoğurdu birkaç kez üfleyerek yemekte sayısız fayda var.
Bu neviden meseleleri düşünürken hep aklıma gelir; tam tarihi hatırlamamakla beraber, 2002-2004 arası olduğunu tahmin ediyorum. İsrail'in Lübnan'ı vurmaya başlamasından önceki bir tarihti. Suriye'deki iç savaşa daha çok var yani, dolayısıyla İran'ın Lübnan Hizbullah'ı ile olan ilişkisine Filistin'i nasıl alet ettiğini kavrayamamışız daha...
O zamanlar ben de bölgede olup bitenleri okumaya, anlamaya çalışan genç bir gazeteciyim. Gerçek Hayat dergisinde bir analiz haber yayınladım. Bir yerinde en saf halimle El Fetih ve Hamas arasındaki ayrışmanın Filistin davasına en büyük zararı verdiğini yazmışım. Bir şey bildiğimden de değil, ama eşyanın tabiatı gereği bu böyledir demişim. Derdiniz Filistin ise aranızdaki ayrılıkları azaltmayı ve bir ortaklık kurmayı bilmelisiniz. Yoksa her iki taraf da bir yerinden çekiştirir ve olan Filistin'e, Filistin halkına olur.
O vakit derginin yayın müdürüne birkaç telefon gelmişti. Beni şikayet eden telefonlar. Nasıl olur da Hamas'a İsrail ile işbirliği yapan El Fetih'le uzlaşmasını söylermişim.
Ben kim Hamas'a akıl vermek kim ama vermişim işte.
Benim için bir durak olmuştu okurlarımızdan gelen o uyarı. Yanlış yaptığımı düşünmedim tabii ki.
Bu arada tüm bölgenin kaderini değiştiren 11 Eylül kriterleri hayata geçmeye başladı. Yine demokrasi soslu Afganistan ve Irak'ın işgalleri. 2000'den önce bölgede tek bir intihar saldırısı, terör eylemi olmazken demokrasi uğruna bölgede akan kan hiç durmadı. İyi kötü devlet hükmü kazanmış ülkeler, kabile ve mezheplere bağlı fay hatları üzerinden radikalleşme laboratuvarına dönüştü. Taliban'ı tetikleyen vasat aynı zamanda ABD'nin Afganistan'a müdahalesine meşruiyet sağlayan bir kamuoyunu ikna aracı oldu. Bir taraftan ABD'ye mazeret sunan Taliban ve El Kaide gibi yapılar öte taraftan da İran'ın Şii yayılmacılığının altlığını oluşturdu.
Irak'ın işgalinin yol açtığı radikalleşme olgusu ise geri döndürülemez süreçleri başlattı.
Gel zaman git zaman "Arap Baharı" sökün etti. "Arap İsyanları" da dedik, Arap devrimi de...
Mısır'da Mübarek devrilince toplumdaş ağırlığı olan İhvan haliyle öne çıktı. Mursi Cumhurbaşkanı seçildi. Batı medyasında ve Türkiye dahil coğrafyamızdaki Batıcı sol seküler aktörler koro halinde İhvan'ın anti demokratikliğinden, kadınları baskıladığından vs. dem vurarak Sisi darbesini meşrulaştıran bir kamuoyu oluşturmak üzere çalıştı. Mursi yönetimin anti demokratikliğinden dem vura vura Mısır darbesini adeta sevinçle karşıladılar. Sisi, demokrasiyi diplomasisinin silahı haline getirmiş batı ülkelerinde kırmızı halıyla karşılandı. Mısır ise demokrasi ile sınanırken halkının hilafına bir sürü karara imza atan ve hava sahasını dahi kontrol edemeyen bir ülke haline geldi.
Konumuz Afganistan ve Taliban evet, ama benzer işler işte...
Kanal değiştirecek değiliz elbette, ama filtreleyerek izlemekte fayda var.