Siyasette de, diplomasi de niyet önemli bir göstergedir. Ancak niyete bakıp siyaset yaparsanız yanılırsınız. Her şeyden önce “niyet” “amacın” bir yorumdur. Karşınızdakinin varmayı istediğini düşündüğünüz yere işaret eder. Yani içinde bir değerlendirme, dolayısıyla da hata payı barındırır. Niyet okunurken önyargılar, kanaatler, algılar devreye girer.
Ayrıca amaç olarak benimsenmiş bir şeyin gerçekleşebileceğinin, varmak istenen noktaya gelebileceğinin de garantisi yoktur. Amacın taşıyıcılarının gücü ile ona gösterilecek direncin gücü, dilenen özür, gösterilen hoşgörü gibi faktörler amacın gerçekleşmesini engeller. Başbakan Yardımcısı Arınç ve Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı gibi talep, amaç ve niyetten arındırılabilir, sorun müzakere edilebilir ve çözülebilir hale getirilebilir.
***
Niyet okumakta ısrar etmek talebin, dolayısıyla da müzakere zemininin ortadan kalkmasına neden olur. Gezi protestolarında niyet hükümet devirmek bile olsa, yapılması gereken somut talepler üstünde düşünmek ve bu talepleri konuşmaktır. Talepleri reddetmek demokratik mekanizmaların kilitlenmesine, sokak eylemlerinin sürmesine, hükümetin ve Türkiye’nin yıpranmasına, okunan niyetin gerçekleşmesine yol açar.
Artık herkesin niyet okumak yerine taleplere yoğunlaşması, Gezi Parkı etrafında kenetlenen farklı sosyal ve siyasal kökenden insanların gerçekte ne istediklerini anlamaya çalışması gerekiyor. Topçu Kışlası yapmakta direnmek, “AKM’yi yıkıp yenisi yapalım” demek yerine sivil toplum örgütleriyle görüşmek, hatta sorunun yönetimi gerçek muhatabına yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bırakmak krizi bitirecektir.
Ancak bu krizden sonra Türkiye’de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını da görmemiz şarttır. Krizi yönetmek için taleplere eğilmek, sorunu ekolojiye ve çevre düzenlemesine indirgemek, sadece günü kurtarır. Gezi protestoları daha önce hiç siyaset yapmamış ve siyasete bulaşmamış bir kitleyi günlük siyasetin içine çekmiş, tepkisel duyarlılığı arttırmıştır.
Siyaset artık bu duyarlılıkları da hesaba katar şekilde yapılmak zorundadır. Çünkü bundan sonra sivil protesto bir yöntem olarak siyasetinin ayrılmaz parçası haline gelmiştir. Protestoları kötü örneklerinden yola çıkarak gayri-meşru hale getirmeye çalışmak da imkansıza yakındır. Twitter, yazılı ve görsel medya üstünden yapılacak her türlü dışarıdan müdahalenin önünü tıkamıştır.
Siyaset yeni gerçekliği tanımak, anlamak ve anlamlandırmak durumundadır. Krizin güvenlik boyutunu abartmak, 28 Şubat taklidine indirgemek, radikal grupların eylemleriyle özdeşleştirmek, bireysel taşkınlıklarla ve açılan bayraklarla tarif etmek bizi yanlış yerlere götürür. Evet, Gezi protestocularının bazıları vandal, radikal ya da kaba olabilir. Faiz lobisi çıkan kargaşadan yaralanıyor, yabancı istihbarat servisleri planlar yapıyor da olabilir.
***
Ama protestonun sosyolojisi teker teker protestoculardan, kurumlardan ve devletlerden bağımsızdır. Yeni sosyolojik gerçeklik kendisi için iyi olan şeylerin bile yapılmadan kendisine sorulmasını, ona istemediği bir hayat tarzının dayatılmamasını talep etmektedir. Daha fazla özgürlük, daha çok hak, daha çok istişare beklemektedir. Patriarkal düzenin siyaset anlayışını sorgulamaktadır.
Unutmayalım ki, Gezi Parkı’ndaki protesto ve protestocu pasifist eylemleri ve söylemleri neticesinde toplumun geniş kesimlerince olumlanmış ve kutsanmıştır. Kandil simidi yiyen ve yanında seccade getiren bir grubu 28 Şubat’çı olarak adlandıramazsınız. Direnişin sembolü haline gelen üstüne su sıkılan kırmızı elbiseli kadın resmini insanların aklından silemezsiniz.
Yeni gerçeklikle baş etmenin en iyi yolu onu tanımak ve anlamaktır. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Yardımcısı Arınç bu yolda önemli adımlar atmış ve krizin yumuşamasını sağlamıştır. Başbakan Erdoğan’ın dünkü konuşmasında çevre hassasiyeti olanlara yaptığı çağrı da bu yönde atılmış bir adımdır...