Gezi Parkı olayları, baştan yanlış iliklenen bir düğmenin sonucudur. Cumartesi gecesi, doğru olanı yapmak için geç kalınması nedeniyle yaşandı. Polisin tavrı, ağaç eylemini tekmili birden siyasi gösteri zincirine dönüştürdü.
Haklı olanlar var ama şu an onların kimler olduğunu ve ne istediklerini bilemiyoruz. Eylem onların elinden kayıp gitti ve şimdi kimsenin de onlarla ilgilendiği yok.
Çünkü, bu tür fırsatları değerlendirmek konusunda tecrübeli gruplar idareyi ele aldı. Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi... Sonuçta Türkiye, Kürt sorunu gibi kanlı ve derin bir sorununun çözüm sürecinde yaşamadığı gerilimi Gezi Parkı’nın ağaçları için yaşadı...
Sosyal olayların özelliği budur. Sebebin, bahanenin büyük olması gerekmiyor. Böyle olduğu için de sorunu kaynağındayken çözmeniz gerekir.
Eşit statüye rıza göstermek
Türkiye’de siyasal iktidardan hiç hoşlanmayan insanlar var. Bunu herkesin görmesi ve kabul etmesi iyi olur. Bu insanların da iktidar denilen gücün ancak ve ancak sandık yoluyla değişebileceğini anlamaları gerekiyor.
Paylaşmak, bir arada yaşamak ve kendimize benzemeyenlerin de hayat alanı olması gerektiğini; siyasette, ekonomide, sanatta, sporda ve medyada eşitliğin bir imtiyaz değil hak olduğu kabul etmek herkes için gerekliliktir. “Huzur içinde” yaşamak için başka seçenek yoktur.
Herkesi eşitleyecek olan zemin de demokrasidir.
Taksim’e akın eden kalabalığın öfkesi gözlerinden okunuyordu ama çare bu değildir. Öfkeyle, nefretle eski statükoyu geri getirebilmek mümkün olmayacaktır. Çoğunluğun yaklaşımı da bu istikamette seyretmiyor. İstanbul Taksim’den ibaret değil, Türkiye de İstanbul’dan ibaret değildir.
Yaşananlardan iktidarın da muhalefetin de ders çıkarması gerekir ama bu yetmez. Sıradan insanlar ders çıkaramazsa merkez siyasetin analizi sorunu çözmez.
Türkiye, sosyal katmanlarda eşitliği sağlama yönünde değişiyor. Kimse kimseye üstün kılınmıyor. On yıllardır siyasal, sosyal ve ekonomik adaletsizliğe mahkum olan kesimler şimdi hukuki eşitlik imkanına kavuşuyor. Bu da kaçınılmaz olarak bazı sorunlu karşılaşmalara yol açıyor. Eski avantaj sahipleri daha önce kendi oyun sahasında görmediği ve görmek de istemediği insanlara karşı tahammülde sorun yaşıyor. Zaman zaman da tersi oluyor.
Mesele, kendisini dindar olarak tanımlayanla laik olarak tanımlayanın birbirine üstünlük sağlayamayacağını bilmek, kimsenin geçmişten kalan kazanılmış hakkı olmadığını anlamaktır.
Her olayda aynı öfke problemi
Taksim’deki kalabalık neden her konuda öfkeli ve sinirli?
Aynı kalabalıklar, neden başörtülüye, sakallıya, dindara, Anadolulu olana da karşı tepkili! Neden, aynı insanlar, aynı gruplar Kürt sorununun çözümüne de karşı...
Bu topyekün öfke; Türkiye’nin gerçekleri ve sorunlarına karşı duyarsızlık aynı zamanda “meşruiyet”i de ortadan kaldırıyor. Oysa, meşruiyet artık, temel sorunların çözümü için tavır koymak ve vesayete açıkça itiraz etmekten geçiyor.
Kürt sorunuyla, başörtüsü sorunuyla, sermayenin tek elde toplanması problemiyle, eğitim ve fırsat eşitsizliğiyle, askeri vesayetle yürüyemeyiz. Yürüyemediğimiz için değişim yaşıyoruz...
Eşitliğe, birlikte yaşamaya, en azından tahammüle alışmak gerekiyor. Siyasal rekabet, fikir ayrılığı olmaya devam etmeli ama öfkeyi kontrol altına almak lazımdır.
İktidar, Taksim’i, olayların neden kontrolden çıktığını ve sokaktaki insanın tepkisini düşünmeli. Ama bu, tek başına sorunumuzu çözmez, kabul edelim.
Kalabalıkların da içlerindeki öfkeyi kontrol ederek kendilerine sormaları gereken sorular var.
10 yılın öyküsü bir tesadüf ya da gelip geçici bir heves değildir. Bunu anlamadan ve hazmetmeden tansiyon düşmez...
KADİR TOPBAŞ FARKI
Taksim’de yaşanan olaylar şehrin önde gelen aktörlerini de farklı şekillerde ön plana çıkardı. Kamuoyu bunu tartışıyor, tartışmaya da devam edecek. Yanlışlar vardı, o yanlışları fırsat bilenler vardı vs.
Ancak o kaosun içinde Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın çıkışlarını ve yatıştırıcı tavrını not etmek gerekiyor. Başkan güven veren ve tutarlı bir tavır sergiledi. İstanbul’un karşı karşıya kaldığı en sıkıntılı sahnede telaşa kapılmadı, kendi işine odaklandı.
Ortada büyük bir siyasi problem olmasına rağmen sonuçta şehrin sorumlusu olarak üzerine düşen “siyasi pay”ı çok iyi analiz etti. Siyasi tecrübesini kullanarak gereğini yaptı.
Gösterilerin perde arkasına takılmadı, meselenin ağaç olup olmamasıyla ilgilenmeden doğrudan şehir halkını muhatap aldı. Büyük oyunu hedef alıp kendini emniyete alabilirdi. Topbaş, CHP’nin, İşçi Partisi’nin ve diğer siyasal grupların sahne aldığı anlarda bile, parkı, ağacı ve projeyi anlattı, insanları bilgilendirdi. Başlangıçta yapılan hataları da kabul etti, yeri gelince kendi suçu olmayan konularda bile lafı dolandırmadan kendisini eleştirme olgunluğunu gösterdi. “Halka rağmen bir şey yapılamaz” gerçeğini zihinlere kazıdı.
Bir kargaşa yaşandı ama sonunda şehrin başında işine hakim ve İstanbul’a kol kanat geren bir başkan olduğu görüldü...