2013 Taksim olaylarının merkezinde şiddet ve vandalizm, etrafında ve arka planında ise asra yaklaşan Türkiye travmaları vardı. Siyasi hareketlerin neticeler elde etmek üzere şiddete başvurmaları bilinmedik bir metot değil. Seçimlerin hilesiz ve düzenli bir şekilde yapıldığı, ekonomik refahın orta-gelir üst sınıfında olduğu ama demokratikleşme sancılarının devam ettiği Türkiye’de, bu metodun, ilk kurbanı tartışmasız ‘siyaset’ olmaktadır.
Taksim olayları sırasında şu satırları yazma ihtiyacı hissetmiştik: ‘Taksim protestolarıyla karşımıza çıkan manzaranın sular durulduğu zaman siyasal anlamda hiçbir orijinalliği olmadığı ortaya çıkacak. Sular kimin lehine durulursa durulsun, Gezi Parkı medyumu üzerinden at gözlüğü takılarak yapılan analizler, şişirilmiş göstergebilim değerlendirmeleri, hiçbir zaman hayatımızdan çıkmamış olan mizahı ergenler üzerinden şaşırarak yeniden keşfedenler, basit bir yazılım kodunu trigonometri formülü zannedecek isimlerin teknoloji analizleri, kendi ülkesinde mahallesinin dışındaki yaşıtlarıyla bile iki kelime anlamlı cümle kurmamış olanların Y nesli güzellemeleri, buz gibi ‘meşhuriyet’ krizlerini iktidar üzerinden aceleci bir meşruiyet sorununa dönüştürmeye çalışanlar, aynı anda herkesi temsil ve hiç kimseyi temsil etmeyen ama seçilmiş iktidarın anlamsızlığına bizi ikna etmeye çalışan hakikat sorununu halletmiş liberaller...’
***
Taksim’den geriye kalan birçok farklı şey olabilir. Ama en esaslı ne kaldı denirse, ‘Taksim nihilizminden’ başka bir şey olmadığını söylemek gerekiyor. Taksim nihilizminin düşmanı Erdoğan, sosyolojisi Erdoğan karşıtlığı, dili Erdoğan nefreti, teolojisi Erdoğan hurafelerinden ibaret. Taksim nihilizminin Erdoğan obsesyonu ötesine geçemeyen yapısının ürettiği slogan ise ‘Katil Erdoğan’. Bu hafta boyunca gencecik bir çocuğun hayatını kaybetmesiyle başlayan olayların merkezinde de başka bir slogan bulunmuyordu. Sloganı geçmişten de yakinen tanıyoruz. Oldukça konforlu bir siyasi alan, sosyolojik tatmin ve psikolojik huzur sağlamakta.
Konforlu siyasi alan Kemalizm’in ‘ölümlere ve acılara’ denk gelen tarihiyle yüzleşme yükünden kurtulmayı sağlıyor. Tek parti dönemi Alevilere yapılan zulüm ve katliamların müsebbibini gönül rahatlığı ile unutmaya vesile oluyor. Kayıp yıllar 1990’ların, Kürtlere reva gördüğü zulümlerden bir çırpıda sıyrılmayı sağlıyor. Solun şiddetle dolu tarihini tek seferde temize çıkarmaya yarıyor.
Sloganı dillerine pelesenk edenler kendi sosyolojisiyle ciddiyetle yüzleşme yükünden kurtuluyor. Derin travmalar yaşayan sosyolojiyi Erdoğan üzerinden tahkim ediyor. Bir yol ve anlam haritası üzerinde bir arada durması imkansız sosyolojiyi bir arada ve aynı emel üzere olduğu halüsinasyonunu sağlıyor. Sınıfsal ve ideolojik farkları ahlaki tutarsızlık yaşamadan bir arada göstermeye yarıyor. Psikolojik olarak ise tam teşekküllü bir travmanın morfin tatmini ile giderileceği yanılsaması yaşanıyor. Siyasal ve sosyolojik olarak post-Kemalist bir Türkiye’ye geçişin ağır sancılarını giderecek bir ilaç muamelesi yapılıyor. Taziyelerini hitama erdirdikçe normalleşecek olan ülkemizde ‘taziye üzerinden’ var olmayı sağlıyor. ‘Ölmedi’ sloganı yıpranan Kemalizmin boşluğu, yeni taziyelerle ikame edilmeye çalışılıyor.
Taksim nihilizminin, Erdoğan hurafeleri kontenjanından, en yeni üyeleri, Erdoğan deme cesaretini gösteremeyenler ise ‘AVM inadı’ kod ismi üzerinden eski Türkiye’nin konforlu agorasına dahil oluyorlar. Sonuçta ortaya çıkan nihilizmi derinleştirmekten başka bir şeye vesile olamıyorlar. Onlar Taksim’e ve nihilizmine ‘paralel bir dünyada’ hapsolurken, Türkiye’nin kahir ekseriyetinde organik bir siyaset ve sosyoloji yürüyüşüne devam ediyor. Kafayı kaldırıp bakmaktan ve hakikatle yüzleşmekten korkuyorlar. Çünkü her kafayı kaldırdıklarında biraz daha Türkiye’den koptuklarını görüyorlar.