Dün Mısır’da gerçekleşen devrimin ikinci yıldönümüydü. 25 Ocak 2011’de 50 binden fazla insan Tahrir meydanında toplanmış ve rejimi protesto etmeye başlamıştı. 1 Şubat’ta meydana toplananların sayısı 1 milyonu aşmış, 11 Şubat’ta ise Hüsnü Mübarek devlet başkalığı görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı.
Mübarek gittikten sonra ayrıcalıklarını devam ettirebileceğine inanan silahlı kuvvetler göstericilerle karşı karşıya kalmamaya özen göstermiş, 30 yıldır görevde olan ve kendi içlerinden çıkma devlet başkanlarının halk isyanı ile devrilmesine sessiz kalmıştı. Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da görece kansız bir şekilde devrim gerçekleşmişti.
***
Mısır ve Tunus “devrimlerini” Yemen’deki “görev değişimi” takip etti. Ardından da Libya müdahalesi geldi. Özünde demokratikleşme ve daha iyi hayat yaşama taleplerini içeren rüzgar neredeyse aynı anda Körfez bölgesine de sıçradı. Bir yandan petrol zenginliğinin yarattığı meşruiyet, diğer yanda Batı’nın İran korkusu buradaki rüzgarların önünün kesilmesine neden oldu.
Ancak Suriye Baas rejiminin pervasızlığı yüzünden büyük bir kaosa sürüklendi. Protestolar çok kısa süre içinde silahlı mücadeleye dönüştü, ülke büyük bir yıkıma uğradı. 60 bin civarında insan hayatından olurken sayıları tam olarak bilinemeyen ama 1 milyondan az olmadığı tahmin edilen insan da yerinden, yurdundan oldu.
Kısacası Mısır deneyimi -Yemeni saymazsanız- başka bir Arap ülkesinde daha tekrarlanmadı. Oysa muhalefet için sokağa çıkanlar ve muhalefetin yapılış biçimi bütün dünyayı heyecanlandırmış, Arap dünyasında değişimin böyle olacağına dair beklenti doğurmuştu. Ayrıca sloganların arasında Batı ve İsrail karşıtlığının yer almaması da dışarıdan bakanları ziyadesiyle sevindirmişti.
Fakat ne dışarıdan bakanların ne de meydana çıkanların beklentileri gerçekleşti. Tahrir meydanındaki beyaz yakalıların ülkenin çoğunluğunu oluşturmadığı kısa sürede anlaşıldı. Devrim yapmanın her derde deva olmadığı da Mısırlılar tarafından görüldü. Perşembe günü yayınlanan Al Ahram Weekly’de hayal kırıklıklarının dökümünü okumanız mümkün.
Mısır ekonomisi devrim öncesinden daha zor durumda ve istikrarın sağlanması için de desteğe ihtiyacı var. Evet, Türkiye başta olmak üzere pek çok ülke ve kuruluş Mısır’a destek vermekte. Ancak ülkenin sorunları düşünüldüğünde verilen destek mütevazı kalıyor. Üstelik beklenti eşiği arttığı için istikrarsızlığın körüklenme riski yüksek.
Tek sorun da ekonomi değil. Mısırlılar adalet de arıyor, eşitlik de. Kendi ülkeleri içinde de, dışında da. Ülke laiklik-din ekseninden din-din eksenine kadar pek çok kırılmayı aynı anda yaşıyor. Eski rejim tüm kurumlarıyla direnirken yenisi meşruiyetini ispatlamaya çalışıyor. Filistin yapısal bir sorun olarak yerli yerinde duruyor.
Mısır-Türkiye ilişkileri ise hiç olmadığı kadar iyi. Üst düzey ziyaretler hiç olmadığı kadar sık. Cumhurbaşkanı Gül Şubat başında yeniden üç günlüğüne Mısır’da olacak. Tüm bunların dışında Türkiye pek çok açıdan Mısırlılar tarafından model olarak algılanıyor. Kahire’ye ne zaman gitsem Türkiye’nin bu ülkedeki etkisini ve ağırlığını zaten birinci elden görmek fırsatı buluyorum.
***
Ama görünen o ki Mısır’ın ve aslında bölgenin değişim yaşayan ülkelerinin sorunlarını çözmek için uluslararası bir seferberliğe ihtiyaç var. Türkiye bu seferberliğin öncülüğünü yapabilir, Amerikalı ve Avrupalı müttefiklerine Mısır’ı ayakta tutmanın, istikrarını korumanın bölgenin geleceği için neden önemli olduğunu anlatabilir.
Unutmayalım ki Mısır çökerse, Tahrir devriminin başarısız olduğuna dair bir kanaat oluşursa bütün bölge çöker ve hepimiz bu sorunun altında kalırız. Müslüman Kardeşler iktidarda diye Mısır’ın yaşadıklarına kayıtsız kalanlar, Suriye’yi Müslüman Kardeşler penceresinden okuyanlar da ileride pişman olurlar. Fakat iş işten geçmiş olur...