Güzel ve yalnız ülkeme ‘Ergenekon’ örgütünün varlığını Celal Kazdağlı’yla birlikte hazırladığı ‘40 Dakika’ programı ve ardından çıkardıkları aynı adlı kitapla yıllar önce duyuran gazeteci, tanık olarak çağrıldığı Silivri’de, yargılananlara bakarak, “Benim bildiğim Ergenekon bu değil” demiş...
“Ne dersin?” diye soranlara önce ne cevap vereceğimi bilemedim; sonunda sayfaları arasında keyifli bir yolculuğa çıktığım yeni bir kitapta karşılaştığım tanıklıklar imdadıma yetişti.
Lütfü Akdoğan benim yetişme dönemimin en önemli gazetecilerindendi. Tercüman’da çalışırken krallar, cumhurbaşkanları, uluslararası işadamlarıyla yakın dostluklar kurmuş, herkese kapalı kapılar onun için sürekli açık tutulmuştu.
Özellikle Arap coğrafyasında...
Siyasete girdikten ve gazete sahipliğine de soyunduktan sonra iş hayatının içine dalıp bir kuyruklu yıldız gibi basın hayatından çekiliverdi Lütfü Bey...
Daha önce iki cildini okuduğum ve yeri geldiğinde burada alıntıladığım anılarının (‘Krallar ve Başkanlarla 50 Yıl’, Ankara Gazeteciler Cemiyeti yayını) üçüncü cildi de çıktı. Türkiye ve Ortadoğu açısından olağanüstü önemli bir dönemle ilgili birinci elden tanıklıklar yer alıyor bu ciltte de. Biri, Lütfü Akdoğan’ın da zihnini hayli işgal ettiği anlaşılan ‘gizli devlet’ yapılanmasına dair ve konuyu ‘içeriden’ bilebilecek Sadi Koçaş ile Fuat Doğu’nun ağzından (s. 111-126)...
12 Mart (1971) askeri darbesi sonrası muhtırayı veren askerlerin oluşturduğu Nihat Erim başkanlığındaki ‘beyin kabinesi’nin ikinci ismiydi Sadi Koçaş. Asker kökenliydi. Hükümetin kilit taşıydı. MİT de kendisine bağlıydı.
Koçaş’la olayları etkileyebileceği sırada tanışmış, kenara çekilmesinden sonra da ilişkisini koparmamış Lütfü Akdoğan; ailece görüşmelerini sürdürmüş, ahbaplarıyla tanıştırmış, çevresiyle tanışmış...
Bir keresinde şunu işitmiş Sadi Koçaş’tan Lütfü Akdoğan: “Biz Fuat Doğu’yu Portekiz’e büyükelçi yaptık, ama onun arkada bıraktığı gizli devlet bizi yıktı.”
Fuat Doğu en uzun süreyle Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) başında bulunmuş bir askerdi. 12 Martçılar şerrinden emin olmak için kendisini MİT müsteşarlığından alıp büyükelçi olarak Lizbon’a atamışlardı. Koçaş, Lütfü Akdoğan’ın “Yani gizli devletin başı Fuat Doğu Paşa mıydı?” sorusuna şu cevabı vermiş: “Kurucularından diyemeyeceğim ama, gizli devletin üyelerinden birisi olduğunu kabul etmek lâzımdır.”
Lütfü Akdoğan’ın iyi tanıdığı biridir Fuat Doğu. Onunla da ailece görüşürler. İstediğini sorabileceği ve samimi cevaplar alabileceği kadar yakındır. Bir gün ona da, 12 Mart darbesinde ‘gizli devlet’ yapılanmasının rolünü sorar.
“Paşam görünmeyen bir devlet gücü var mı?” sorusuna aldığı ilk cevap Silivri’deki tanıklığı akla getiriyor: “Bilmem ben görmedim.” Ayağa kalkar Fuat Paşa ve muhatabına, “Var mı, sen gördün mü öyle bir şey?” diye de sorar...
“Gel bunun adını ‘görünmeyen devlet’ değil de ‘görünmeyen gizli güç’, bir ‘kitle gücü’ olarak kabul edelim” dedikten sonra daha önce karşılaştığımı hatırlamadığım tuhaf bir değerlendirme yapar:
“Şimdi İkinci Meşrutiyet’i ele alalım: İttihat ve Terakki Partisi’ne Enver Paşa ve arkadaşlarını getiren yalnız Siyonistler değildi; Siyonistlerle birlikte İttihatçıları iktidara getiren de bu bahsettiğimiz ‘kitle güç’ oldu. Yine Siyonistlerle elele vererek bu kitle güç Atatürk’ü başa getirdi. İsmet Paşa’nın iktidara çıkmasına Siyonizmin hiçbir etkisi olmadı, ancak İsmet Paşa’yı Köşk’e taşıyan bu kitle güçtür. 1950’de paşalar İsmet Paşa’nın kalmasını istediler, ‘Köşk’ten aşağıya inme’ dediler. Fakat kitle güç İsmet Paşa gibi bir adamı bile aşağıya indirdi. Celal Bayar ve Adnan Menderes’i iktidara getiren yine kitle güçtür; indiren de...”
Ne bileyim, belki de böylesine her yerde hâzır ve nâzır tahayyülü bile zor bir güç aranıyor ‘Ergenekon’ denildiğinde...
İyi de, nerede bu güç?