Başbakan Erdoğan İspanya dönüşünde BDP’yi kastederek “Eğer siyaseti terörize edersen, önünü kaparlar. Siyaseti siyaset gibi yaparsan herkes de senin koluna girer, alkışlar” dedi. Dokunulmazlıkların kaldırılması tartışması ise ‘geçmişin yanlışlarını tekrar etmeyelim’ şeklinde duyarlılıklar sergilenmesine sebep oldu. Bazı köşe yazarı dostlarımız, bunun siyasi hata olacağı vurgusunda bulundular.
Bu konuda öncelikle şunu söylemeliyiz: Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurudur ve çok aykırı da olsa farklı siyasi düşüncelere tahammül etmek elzemdir. En azından demokratik rejimlerde aykırı siyasi düşüncelere toleransla yaklaşmak şarttır. Halkın oyunu alan milletvekilinin bize ters de gelse düşüncelerine tahammül etmek halka duyulan saygının gereğidir.
ANCAK, halkın iradesini yansıtması gereken milletvekili, demokrasiyi anlamsız hale getiren terör, şiddet ve hukuksuzluğa çanak tutuyorsa ortaya hukuken tahammül sınırını aşan bir durum ve siyaseten aşmamız gereken bir sorun çıkar. Çünkü biz demokratik siyaseti barışçıl yollarla fikirlerin tartışıldığı, siyasi programların yarıştığı, her türlü sorunun diyalog ve müzakere yoluyla çözülmeye çalışıldığı, hukuk içinde kalarak ve silaha başvurmadan mücadele edildiği bir alan olarak görüyoruz. Buradaki tahammül, bizim hoşumuza gitmese de bizim gibi inanmayan, bizim gibi düşünmeyenlerin yaklaşımlarına tahammüldür. Yoksa silahı, terörü, şiddeti, hukuksuzluğu öven, teşvik eden, bunlara destek verenlere tahammül etmek değildir. Ölüm, silah ve şiddet üzerinden netice almak isteyenlerin demokratik siyaset içinde yeri olabilir mi?
Geçmişte yaşananların tekrar edilmemesine yönelik iyi niyetli bir hassasiyet olması doğaldır. Çünkü gerçekten Meclis’ten yaka paça götürülen milletvekili örneği ciddi bir travmaya sebep olmuş ve sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlamamıştır. Bununla birlikte şunu da görmek durumundayız: Geçmişte yaptıkları yanlışların on katını yapan ve kendi siyasi alanını daraltırken Türk demokrasisini zehirleyen bir anlayışa karşı ne yapılabilir? Bugünün doğru ve yanlışları nelerdir? Terörle sarmaş dolaş olan ve sürekli yaptıkları ajitasyonlarla toplumu isyana teşvik eden bir anlayışa hukuken ve siyaseten tahammül etmek ne kadar doğrudur, buna karşı nasıl bir tavır takınılmalıdır? Yani ne önerilmektedir?
***
AİHM İspanya’daki Batasuna Partisi’nin kapatılması davasında açıkça demokrasiyi koruma amacından bahsetmiş, demokrasiye tehdit oluşturan eylem ve söylemlerin demokratik toplum kavramı içinde yer alamayacağını söylemiştir. Terör örgütünü ve eylemlerini kınamamak, cezaevindeki örgüt üyelerinden ‘siyasi tutsak’ diye bahsetmek parti kapatma gerekçesi olarak vurgulanmış ve parti kapatma hükmü, ‘zorunlu bir eylem’ olarak nitelenmiştir.
İspanya’nın son dönemde hayata geçirdiği ve AİHM’in de uygun bulduğu Terörle Mücadele kanunun parti kapatmayla ilgili maddeleri ise şöyledir:
“Terör suçlarından hüküm giymiş olan ve terör amaç ve araçlarını açıkça reddetmemiş olan kişileri, düzenli olarak seçmen listelerine ve yönetsel organlara sokmak bu tür kişilerin partiden ihraç edilmelerine yönelik olarak herhangi bir tedbir almamış olmak; Terörizmle temsil eden sembolleri, mesajları vb. araçları kullanmak; Terör eylemlerini ya da bunları yapanları ve bunları yapanlarla işbirliği içinde olan kişileri ödüllendirmek, takdir etmek ya da onlara saygı amacı taşıyan etkinlikler düzenlemek, bunlara katılmak.” Görüldüğü gibi bu maddeler bugün BDP için sıradanlaşmış konulardır.
Elbette AİHM’in her kararı bizim için kutsal hakikat değildir. Nitekim AİHM’in RP davasında silahlı yönteme ve teröre başvurmamasına rağmen RP’nin politik projesi demokratik topluma aykırı bulunmuş ve kapatma kararı haklı görülmüştür.
Dokunulmazlıklar konusundaki söylemleri sebebiyle eleştirilen Başbakan Erdoğan ise ilkesel olarak ve topyekün parti kapatma olgusuna karşıdır. Bireylerin yaptıkları yanlışın cezasını çekmesi düşüncesini savunmaktadır. Parti kapatmaya karşı olmak, bize göre tehlikeli bir ütopyayı bile savunsa farklı siyasi projelere tahammüllü olmak demektir. Başbakan’ın bu noktada daha geniş bir özgürlük yaklaşımı içinde olduğu söylenebilir. Burada belirleyici unsur, kullanılan araç ve yöntemlerin, eylem ve söylemlerin demokratik, hukuki ve meşru olmasıdır.
***
AK Parti iktidarı, bireysel olarak yapılan hataların BDP’yi anlamsızlaştırıp muhatap olmaktan çıkardığını, demokratik siyaseti anlamsızlaştırarak teröre destek verenlerin ise bireysel bazda yargılanmaları gerektiğini savunuyor.
BDP’li yöneticiler veya vekiller, bugün açıkça toplumsal şiddeti körüklemekte, çatışma ortamı oluşmasına çanak tutmakta, halkı isyana teşvik edici söylemlerde bulunmaktadır. Demokrasiye inanan bir milletvekilinin halkı silahlanmaya çağırması, teröristle kucaklaşması, terör örgütüne bağlılık ifade etmesi söz konusu olabilir mi? PKK’yı meşru göstermeye yönelik her söylem, PKK’nın kanlı eylemlerini, demokrasi ve hukukla bağdaşmayan çatışmacı yöntemlerini desteklemek anlamına geliyor.
Bu ilişki, çığırdan çıkan bir ilişkidir ve buna göz yummak, acaba yanlışta ısrara mı sebep olur, yoksa yanlışı görmelerini ve doğru yolu bulmalarını mı sağlar? Bugüne kadar ki tecrübe yanlış yapmayı cesaretlenmek şeklinde olduğunu gösteriyor. Cezalandırmak nasıl ters motivasyon oluşturuyorsa, görmezden gelmek ve sıradanlaştırmak da tavırların sertleşmesine ve yanlışın derinleşmesine sebep oluyor.
Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde etnik milliyetçiliği silahlı ayrılıkçı hareket olarak siyasallaştırmaya çalıştıran bir oluşuma masumiyet atfedilemez.
Bazı BDP’lilerin hukuk sistemine meydan okuyan ve demokrasinin altını oyan eylem ve söylemlerine karşı hükümetten yönelen tepkileri çekinceyle karşılayanlar, ne önerdiklerini de söylemelidirler. Ya biz bütün dünyadan daha demokratız ya da kimsenin bilmediği bir sırra vakıf olduk...