Bugün İstiklal Marşımızın kabul günü. Ankara'da bulunan Taceddin Dergâhında yazıldı. Dergâhın kuruluşu 17. yüzyıla gider. Taceddinzade Mustafa Efendi. 17. Yüzyılda yaşar. Bursa Medreselerinde eğitim alır. Büyük sufi Üftade hazretlerine intisap eder. Yine Bursa'da beraber bulunduğu Aziz Mahmud Hüdai'nin halifesi.
Mehmet Akif, 1920'de Ankara'ya gelince Hasan Basri, Mehmet Vehbi gibi alimler ile burada kalır. İstiklal Marşı, Asım ve Bülbül şiirlerini burada yazar. İşgal ordusu otuz kilometre yaklaşmış Ankara'ya. Bu dergahın ruhaniyetinde Akif patlayan bir volkandır. Üç önemli metin kaleme alır. Aslında üç kelam ruhuna düşer. Her biri ateştir. Birbirini tamamlar. Hem feryat, hem isyan, hem de yoldur. Umut, nur, ışık, gelecektir.
Asımın Nesli, bir gelecek umudu. Burada millete öncülük yapacak yeni neslin portresini çizer. Yeniden toparlanacak, millet olacak, ayakta kalacak varlığa fener olacak kuşak. Bilgiyle, bilimle ve ruhla dolu bir kuşak. Artık silahla, inzibatla değişime tenezzül etmeyen akıl, bilim ve kültürle değişimi yapacak. Milletin aydınlanmasını sağlayacak "ileri gelenler"!
Bülbül, isyandır. İşgale, yenilgiye, fakirliğe, harabeye karşı isyan. Düşüşe karşı isyan. Yunan, İtalya, Fransız, İngiliz ordularının yurdu işgaline karşı isyan. Ordu cephede fiili isyandadır. Akif de cephelere gider, hutbe irad eder, metinler yazıp dağıtır. Fakat Taceddin Dergahında bülbül şiirini de yazar. Bütün tarihimizi gözler önüne serer. Haşmetli varlığımızın parlayan günlerine götürür bizi.
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkùs inlesin beyninde Osmân'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzî serâb olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâ'atlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan'ın!
Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
İşgal altında olan vatan, Eyyubi'nin, Fatih'in, Osman'ın, Orhan'ın yurdu. Milleti zamanın cihan devleti haline getiren dehaların yurdu. Şimdi yurt harap halde. Kubbeler çökmüş, bu büyük mazi serap olmuş, dinin birliği devrilmiş.
Akif, isyan etmenin, başkaldırmanın ve feryat etmenin kendi hakkı olduğunu söylüyor bülbüle. "Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!" diyor. Aslında bülbül Akif'tir. Susmayan ve feryat eden odur.
Milletin manifestosu doğar. İstiklal Marşı. Ordumuza adanan bir metin. Metin değil; ruh, idrak, bilinç. Feryat yerini umuda, çağrıya, teslimiyete, inanca ve geleceğe bırakır. Özgürlüğe, istiklale, vatana, dine, hakka adanana bir ruh. Akif, işgallerle gelen bütün engelleri, zincirleri, duvarları aşıp geçer.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım,
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Mehmet Akif, işgale karşı ve esarete karşı bütün zincirleri kırar. Kükremiş sel gibi coşan ruh ve bilinciyle kabına sığmaz. Çiğner, aşar, taşar. Taşan, çiğneyen, sığmayan milletin ordusudur.
Kahraman orduya adanan bilinç, finale ulaşır:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
Hak, hürriyet, bayrak, tapma, millet ve İstikbal iç içedir. Millet hakka taptıkça her zaman istiklal onun hakkı olacaktır. Bayrağın hürriyeti buradan geçer. İstiklal Marşı, gelecek tasavvurdur aynı zamanda. Millete umut verir, vaatlerde bulunur.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.
Taceddinzade Mustafa Efendi, Aziz Mahmud Hüdai ve Mehmet Akif. Bir milletin hafızasında oluşan üç önemli şahsiyet. Millet manifestosunun ruh izleri. Bursa, Ankara ve İstanbul'un irfanından çağdaş zamanlarda devam eden münevver idraki! Bizi geleceğe de taşıyacak toplumsal hafıza.