Galatasaray, ilk maçta Tuzla’dan ağır bir tokat yiyince; rövanş maçına, sanki Şampiyonlar Ligi maçı gibi bir kadroyla çıktı. Sütten ağzı yanmıştı, ayranı üflüyerek içmeye başladı.
Belli ki; maçı izleyen kulüp başkanı dahil, yönetim, Terim, futbolcular tamamı birden, işlerini ciddiye almıştı. Daha ilk yarıda tur geldi.
Her şey güzel de; Tuzlaspor rakip ceza alanına gitmekte nazlanırken bile, her gittiğinde vallahi kolay ve sorunsuz gitti. Savunma hastalığı, hiçbir tedaviyi kabul etmiyor. İlla da hata yapacak...
Neyse ki, rakibin turu geçmek gibi bir derdi, hedefi, kafaya takmışlığı yoktu... “G.Sarayla iki maç oynamak şerefi bana yeter” anlaşının, kabul görmüş halini simgeliyordu. Hele skor 3-0 olduktan sonra, “Olmayacak duaya amin demeyelim” teslimiyetine kendilerini bıraktılar. Maç koptu!
***
Necmi Kadıoğlu Stadı, şaşılacak kadar güzel ve sevimliydi. Zemin, Süper Lig’in bır çok ekibinden bile daha güzel-yeşil-bakımlıydı. Tuzla, maçtan önce G.Saray’ın sahaya çıkardığı (Neredeyse ideal) kadroyu görünce, daha baştan maçı bırakmaya niyetli gibiydi. Çünkü oyun içinde hiçbir hırs, direnç ve hedef belirtisi göstermedi. Zaten goller çok geç kalmadan ve sorunsuz geldi.
***
İkinci yarı, biri hedefine varmış öbürü hedefinden bezmiş iki takımın zoraki mücadelesine dönüştü. Eskiden Çırpıcı Çayırı’nda hafta sonları yaşanan, amatör futbol panayırları gibi bir şey oldu. Baklavasına maç oynadılar. Oyun dertsiz-tasasız, şatafatsızdı.
Dün geceki mücadele; (Geçilen tur nedeniyle) G.Saray için, son dönemlerde alınan yaralara şefkatli bir pansuman gibi geldi. Elbette tam tedavi değil ama, mutlaka stres atıcı olumlu bir etkisi olmuştur.