Sefer Abi’nin kamyonu süslü erkek develer gibiydi. “Kamyonunu süslersin tamam ama bu kadarı nedir artık?” diyordu herkes. Sefer’in eski nişanlısı Badegül Yengemiz süsleme ilminin piri idi. Yarısı kırık düğmeleri, ilk çilesi bitmiş yünleri, kafası oynak tavşan oyuncağını, bardağı kırılıp takımı bozulmuş çay takımlarını daha aklınıza gelen nice şeyleri süs yapar, oyuncak bebek diker, süslerdi evin her köşesini. Badegül Yengemizin süs merakı buradan Almanya’ya yol olmuş Almancıların hepsi çalıştıkları yerden kırık dökük ne varsa Badegül Yengemize getirir olmuştu. Terzide çalışanlar kumaş parçaları, kuaförde çalışanlar şampuan kutularını, çikolata fabrikasındakiler parlak kağıtları getirirdi. O malzeme halden hale girer süslü bir parça olurdu evinde.
Sefer ile Badegül nişanlanınca millet notunu verdi. “Tencere yuvarlandı kapağını buldu. Sefer oyunu oyuncağı sever Badegül ise zaten yarı delidir” dediler.
İkisi bir olup kamyonu süslemişlerdi. Kamyonun camını kapatmak adet olsa ön camın her yerine sallanan oyuncaklar, ağır danteller, dokundukça koku yayan malzemeler, kafası oynak oyuncaklarla doldururlardı. Kamyon bir kasise girse, ahşap evlerin titreyen camekanları gibi sallanırdı. Bir ara kamyonu tamire vermek gerekmişti de sanayideki çıraklar gelip tek tek fotoğraf çektirmişlerdi kamyonla.
Nişanlı çiftler kumrular gibiyken Sefer’in annesi Katmer Yenge işe el koydu. Esas adı Kamberiye ama vatandaşın dili dönmemiş de Katmer demişler. Hayır diliniz dönmeyecek madem neden bu ismi koyarsınız değil mi? Vatandaşın işine akıl sır ermez. İşte Katmer Yenge’nin de işinin tılsımını çözmeye kimsenin aklı yetmez, esasen aklı yetse de gücü yetmez. Katmer Yenge bu süslü birlikteliğe razı değildi. Mahallenin büyükleri Katmer’e nasihat ettiler. “Katmer adamı hasta etme madem bu işe karşıydın neden işin başında demedin? Nişan yapıldı, yüzük takıldı artık bu senin yaptığın yuva bozmaktır ki vebali ağırdır” dediler. Katmer Yenge bu lafları duyunca ince ince sızlanır öne arkaya sallanır, dizine vura vura hem ağlar hem söylerdi. “Vay benim Seferim vay benim deli dembelek oğlum laftan sözden anlamadın da beni bu süslü tavuğun peşinde bizar ettin.” Ben ‘bizar’ lafını ilk Katmer yengeden duyduydum. “Bizar herhalde kötü bir şeydir” demiştim kendi kendime. Ben, bizar mizar uğraşırken Katmer Yenge tırnağını takmıştı bir kere artık kurtulabilene aşk olsundu.
Bu arada Sefer gittiği her yerden renk renk inci boncuk getiriyordu. Adını “Sefer” koyanlar ‘Ömür boyu seferde kalsın yürüsün yürüsün de yolu bitmesin’ demişler miydi bilmiyorum. Ama Sefer’in göreni ‘maşaallah’ dedirtecek kadar yüklü işi vardı. Kamyonu süslü kendi azıcık geveze olsa da şoförlüğü pek iyiydi ve söz verdi mi tutardı. Ucunda ölüm olsa da... Kamyoncuların bazısı yükü alır azıcık yol gider sonra çeker bir gölgeye arabayı, kulağının üstüne yatar. Mal sahibi sorsa, “arıza çıktı” der. Veya yolda kumara oturur, aldığı avansı bitirir, sonra mal sahibini arar, “para lazım” der hır çıkarır. Ama Sefer öyle değildi. Dediğini yapar. Yapmayacağı iş varsa da açıkça söylerdi...
Sefer yollarda ekmek parası peşinde direksiyon sallayadursun anası Katmer Yenge, “Nasıl ederim de şu Badegül denen süslüyü oğlumdan uzaklaştırırım” diye gece gündüz plan peşindeydi.
İşte o günlerde bir haber düştü herkesin kucağına. Memleketimizde ne alırsan 1 milyoncu açılıyordu. Esnafın uyanık kısmı başka memleketlerde iş yapan bu modeli buraya da getirmek istemişti. Ne alırsan 1 milyoncuların içini bir hatırlayın; sanki gökten ıvır zıvır yağmış bu dükkanlar da avuç avuç ıvır zıvırı yerden alıp göğe savurur gibi dükkana yığmıştı.
Ve memleketimize ne alırsan bir milyoncu açıldı. Açılır açılmaz da vatandaşın akınına uğradı. Meğer ne çok ihtiyaç varmış da bizim haberimiz yokmuş. Kadınlarımız, kızlarımız Ramazan’da pide kuyruğunu kıskandıracak kadar uzun kuyruklar oluşturarak aldı da aldı. Ve Badegül Ablamız da o kuyruğa girenler arasındaydı. Badegül Abla için ne alırsan 1 milyoncunun nasıl bir cennet bahçesi olduğunu azıcık da olsa tahmin edersiniz. 1 milyoncuyu o kadar sevmişti ki dükkandan çıkmaz oldu. Sabah geliyor akşam çıkıyor gibiydi. Epeyce de para harcıyordu. Katmer Yenge küplere biniyordu. “Benim Seferim kamyon tepesinde çile çeksin de bu kız aynı maldan beş tane alarak paraları hiç etsin...”
Badegül Abla hakikaten delirmiş gibi aldıkça alıyordu. Ama aldıklarını kendine saklamıyordu. Mahallenin sıpalarına, konu komşuya dağıtıyordu. İşte o günlerde Katmer Yenge kötü niyetini akıtacak bir yol buldu. “Badegül 1 milyoncuya sevdiği ile buluşmaya gidiyor” dedi. Bu illetli iftira o kadar hızla yayıldı ki dükkan sahipleri bile şaşırdılar. “Yahu bu dükkanda Badegül’ün seveceği kim varmış?” dediler. Ama iftira için akıl şart değil yuvarla ortaya bir laf vatandaş dedikodu ile o lafı büyütür. Öyle de oldu. Vatandaş bire beş katarak anlattı da anlattı. Badegül o laflardan çok tedirgin oldu. Önce dükkana gitmeyi bıraktı. Sonra evin önüne serdiği kilimin üzerinde inci boncukla vakit geçirmeyi bıraktı. Ve en sonunda eve kapandı. Ha bu arada lafı eksik bırakmayalım Badegül Abla’nın evde bir tek yaşlı anası dışında şu yalan dünyada kimsesi yoktu. Evde annesinin dizi dibinde ağlayarak günler geceler geçirdi Badegül.
O günlerde Sefer’in de kulağına gitti bu laf. Badegül’den emindi ama bu kadar dedikoduyu Sefer de çekemedi. Her kamyonun bir yük ve dingil hesabı vardır. İnsanın da kaldırabileceği yük bellidir. Sonunda meseleyi Badegül ile konuşmaya karar verdi Sefer.
Badegül Abla ile şehre uzak bir bahçede konuştu. Sefer açık açık söyledi; “Sana bu iftirayı atan uzakta değil bizim evdedir. Eğer anam olmasaydı bir başkası bu iftirayı atsaydı dinlemezdim ama anam olunca yani bu tekneye su içerden doluyorsa ne yapabilirim? Anamı susturamıyorum. Bu böylece gider. Sen eve kapansan da bu laf bitmez. İnsan anasından korkar mı hiç? Ama ben korktum. İnan olsun korktum anamın dilinden. Seni bir başkasıyla eş etmeyi göze alıyor da benim yani oğlunun itibarına gölge düşmüş hiç hesaba katmıyor. Ben düşüne düşüne deliye döndüm. Benim yerimde sen olsan ne yapardı Badegül’üm?” demiş. O böyle kahırlı ve çaresiz konuşunca Badegül’ün ağırına gitmiş olacak ki “Ben seni üzersem daha çok üzülürüm. Sen üzülme al sana yüzük…” deyip çıkarmış parmağından yüzüğü. Ve ağlayarak yayan yapıldak eve kadar yürümüş. Badegül’ü boynu bükük olarak görenler anlamışlar ki Sefer anasının narına yanmıştır ve de Badegül’ü de yakmıştır...
O günden sonra Badegül Abla hiç dışarı çıkmadı. Anası öldüğünde cenazede görenler, “Yaşlanmış…” dediler. “Çökmüş, bitmiş…” dediler.
Ama ne oldu biliyor musunuz? Buraya bir yüksek okul açıldı. O yüksek okulda el işi dersinde bir akıllı öğrenci çevresinde süse sepete meraklı kim var diye araştırırken Badegül’ü buldu. Onunla konuştu, gönlünü aldı ve Badegül kendi eliyle ilmek ilmek süslediği bebeklerini gösterdi o gence. Ve o akıllı kızcağız bu bebeklere internette bir site açtı. Yavaş yavaş o bebekler satılmaya başladı. Sonra Badegül’ün adı yayıldı. O akıllı kızla ortak oldular. Şimdi internet üzerinden satış yapıyorlar ve iyi kazanıyorlar. Kurban olduğum Mevla bir kapı açtı Badegül’e…
Sefer ise anasının uğruna nişanı atınca kendini iyice yollara vurdu. O yollarda tanıştığı bir kızın peşinden Almanya’ya gitti. Gidiş o gidiş. Bir daha dönmedi. “Karışık işlere bulaşmış, hapis yatmış şimdi bir dönercide yerleri siliyor, dükkan arkasında yatıp kalkıyormuş” dediler. Herkes bunu, “Badegül’ün ahı çıktı” diye yorumladı. Ama Katmer’in sonu ise fena oldu. Katmer ölmek için yalvardı desek yeridir. Ölmedi, ölemedi sancısından, bağırtısından doktorlar, hemşireler mesleklerine küstüler. Sonunda Katmer, “Badegül gelmeyince benim canım çıkmayacak haber edin” dedi. Badegül esaslı kızmış. Geldi başucunda durdu, su verdi. Dua okudu. Bir de süslü bebek koydu başucuna. Doktoru diyor ki Badegül gelip de helallik verince sanki Katmer’in cerahat kaplı yaraları tımar oldu. Bir rahat nefes aldı ve ‘huf’ diye son nefesini verdi...