En son Hule’de insanlık dışı bir katliamın görüntüleriyle karşılaştık. Bütün dünyadan yükselen tepkiler üzerine batılı ülkeler Suriyeli diplomatları sınırdışı etme kararı aldılar. Bunun anlamı diplomatik çözüm şansının tamamen tükenmiş olduğunun kabulü.
Peki, diplomatik çözümden ümit kesildiği böylesine alenen deklare edilmiş olduğuna göre başka türlü bir çözüm için harekete geçileceğini bekleyebilir miyiz? Diplomatik olmayan çözüm herhangi bir silahlı müdahaleyle Şam yönetiminin devrilmesi demek. Bunu kim yapacak? Ya bir yıldır Baas rejimine karşı savaşan muhalif gruplar veya Suriye yönetimini değiştirmek isteyen harici güçler.
Suriyeli muhalif grupların bu işin üstesinden gelebilecek güce sahip olmadıkları geçen bir yıl içinde ayan beyan ortaya çıktı. Şam rejiminin bir fiskeyle yıkılamayacak kadar gücü olduğu ve daha da önemlisi ciddi bir toplumsal tabana dayandığı anlaşıldı. “Şayet muhalif gruplar silahlandırılmış olsaydı durum farklı olabilirdi” diyenlere kulak asmayın. Muhalefeti silahlandırmak demek oraya tank, top, uçak vs götürmek demek. Bu da dışarıdan bir askeri müdahale demek olur ki bunu yapabilecek bir ülke bulmak bugünkü şartlarda zor.
Baktığınız zaman özellikle batı ittifakı içinde yer alan ülkeler arasında Suriye rejiminin devamından yana olan hiç kimse yok. Ama bu rejimin devrilmesi için harekete geçme heveslisi de yok. Sebepleri muhtelif. Kimileri ödeyecekleri bedelin karşılığını alamayacaklarını düşündükleri için. Kimileri mevcut rejimin devrilmesi durumunda ortaya çıkacak yeni yapının şimdikinden daha tercihe şayan olmayabileceğini sonradan fark ettikleri için.
Oysa bu ülkeler bugünkü tavırlarını bundan bir sene öncesinde göstermiş olsaydılar Suriye muhalefeti de ona göre bir strateji geliştirebilirdi. Silahlı bir çatışma ortamı acımasız Baas rejiminin istediği şeydi. Barışçı gösterilerle başa çıkmaya tabiatı elvermezdi çünkü. Ama muhalefetin Şam’ın tuzağına düşmesi biraz da “dost” ülkelerin yaydığı ümit yüzünden oldu. Libya’daki gibi bir müdahale beklentisi vardı herkeste. Bu beklenti kendiliğinden oluşmuş değildi. ABD ve Avrupa ülkelerinin pompaladıkları havayla oluşmuştu. Elbette İran’a karşı bölgede bir “Sünni Blok” oluşturma hayaliyle gözleri kamaşan Suudileri ve Katar’ı da bu süreçte unutmamak gerekir.
Konuyla ilgili bütün aktörlerin burada günahı var aslında. Bunların her biri ya “belki içimizden biri hareket geçer, sonra biz bu işin dışında kalırız” endişesiyle veya “belli mi olur, belki Şam’da bir hükümet darbesi olur da yönetim yıkılır” beklentisiyle tutum aldılar. Akan kanın durdurulması için harekete geçmek yerine işi zamana bırakmayı tercih ettiler.
Suriye’de akan kanın günahını paylaşanlar sadece buradaki mevcut rejime karşı olan ülkeler değil. Bölgesel jeostratejik çıkarlarına halel gelir korkusuyla Şam rejiminin bir tuğlasının bile değişmesini istemediği için hem gerçeklere gözünü kapayan hem de diplomatik çözüm seçeneklerinin önünü kapatan İran yönetiminin günahı da tartıya gelemeyecek kadar fazla.
Bugüne kadar akan kanda herkesin kendi payınca sorumluluğu var. Herkesin günahı var. Söylemesi zor ama bundan sonrası için de ümitli olmak için fazla sebep yok. Bugüne kadar yapılmayanların bugünden sonra yapılmasını beklemek çok gerçekçi değil. Tavırların değişmesi için şartların değişmesi lazım.
Hule katliamının tüyler ürperten fotoğrafı küresel veya bölgesel aktörlerin tutumlarını belirleyen politik şartları değiştirecek gibi görünmüyor ne yazık ki.