Suriye’de başlayan olayların üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçti. Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali soluğu kısa sürede yurtdışında almıştı. Libya’da Muammer Kaddafi devrildi, Mısır’da Hüsnü Mübarek gitti. Fakat Suriye’de Beşar Esad ayakta ve artık hiç kimse onun bugün yarın gideceğine dair kehanette bulunmuyor.
İşlerin bu noktaya nasıl geldiği üzerinde pekçok analiz yapılabilir. Sonuçlar üzerinden konuşmak kolay; marife geleceğe dair öngörüsü olmak. Ne var ki Suriye örneğinde pek de iyi bir sınav verdiğimiz söylenemez.
Esad’ın eşi Esma Esad’ın, ayaklanma devam ederken Şam’daki başkanlık binası için yeni eşya siparişleri verdiğini gösteren yazışmalar ortaya çıkınca, herkes tepki göstermişti. Galiba Bayan Esad, Şam rejiminin yıkılmasının öyle kolay olmadığının pekçoğumuzdan daha iyi farkındaydı ve alışkanlıklarını bozmadan hayatına devam ediyordu.
Ailedeki bu rahatlığın sıradan bir ‘diktatör körlüğü’nden ibaret olmadığını artık kabul etmek durumundayız. Öncelikle Hafız Esad’ın kurduğu ve her türlü darbe ve isyan girişimine karşı örgütlediği devlet yapısını iyi analiz etmek gerekiyor. Baba Esad’ın yönetime darbe sonucu geldiğini de unutmayalım.
İzleyeni izleten istihbarat
Bizzat kendi vatandaşına karşı örgütlenmiş etkin bir istihbarat ağı, ki yapıyı yakından tanıyanlar ‘izleyeni bile izleten’ bir güçten söz ediyor. Ordudan yargıya kadar devletin hemen tüm kritik noktalarında Nusayrilerden oluşan bir kadrolaşma. Muhtemel bir Sünni Arap iktidarının kendilerini yok edeceğine inandırdığı Hristıyanlar ve diğer azınlıklar. Sistemin dışında tutulan ve yeri geldiğinde Türkiye’ye karşı bir kart olarak masaya sürülen, bir kısmı vatandaş bile olmayan Kürtler.
Bunlar iç dengeler. Bir de Şam’ın elini güçlendiren dış dengeler var. Irak’ta önce gürültü koparıp ardından geri çekilen, Libya’yı bir anda kaybeden Rusya için Suriye adeta son kaleydi. Keza Ortadoğu’daki hemen tüm hamlelerini Suriye’yi bir kaldıraç gibi kullanarak gerçekleştiren İran için de Şam’daki rejimin devamı hayati önemdeydi.
Dahası, Beşar Esad bal gibi biliyordu ki, ABD ve Fransa başta olmak üzere Batı, kendisinin yerine bir Sünni Arap, özellikle de Müslüman Kardeşler iktidarının gelmesini istemiyor.
Türkiye ve Sünni Araplar
Gelelim Türkiye’ye. Öncelikle şunu tespit edelim. Biz tarihsel olarak Sünni Araplarla bir arada yaşama tecrübesi olmayan bir ülkeyiz. Aynı yönetimin çatısı altında ya da aynı sınırlar içinde olmakla, bir arada yaşamak kesinlikle farklı tecrübeler.
Türkiye’nin bunca gayretine rağmen Suriye muhalefeti (Sünni Araplar) üzerinde derin bir nüfuz elde edememesinin temel nedeni bu. Yetersizlikler, entelektüel zaaflar, farklı yumuşak güç unsurlarını kullanma konusundaki acemilikler daha sonra geliyor.
Bu durum bize başka bir gerçeği hatırlatıyor. Türkiye’nin gerek tarihsel anlamda, gerekse mevcut şartlarda en kolay yakınlaşabileceği, hatta birlikte hareket edebileceği topluluk Kürtler. Bu durum sadece Suriye değil, Irak Kürtleri için de geçerli.
Bunları yazıp dile getirmekten yoruldum. Ama bu vesileyle bir kez daha söylemiş olayım. Türkiye, Irak Kürtleri konusunda yaptığı hatayı Suriye konusunda da tekrarlar ve bu ülkedeki gerçek ittifak alanları üzerinde daha fazla kafa yormazsa, yakın gelecekte hiç istemediği senaryolar üzerinden masaya oturmak zorunda kalabilir.
Suriye Kürtlerinin muhafazakar dindar ve Mesut Barzani’ye yakın olan kesimleri de, kendisini PKK ile birlikte ifade edenleri de Türkiye’nin doğal müttefikidir. Bunu bir avantaja ve stratejik derinliğe dönüştürmenin yolu, kendi içimizdeki Kürt sorununda cesur adımlar atmak.
Barzani ile dışarıdan içeriye etki alanı oluşturmak tek başına doğru bir hamle değil. İçeriden dışarıya doğru bir nüfuz alanına ihtiyacımız var. Cesur ve hızlı adımlarla.