Suriye’de 7 yıldır çözülemeyen ve kaotik bir dünya savaşına dönen olaylar Ürdün sınırındaki Dera’da, bir avuç çocuğun duvarlara “halk rejimin düşmesini istiyor” yazmasıyla başladı. Bu slogan, Arap dünyasının en popüler sloganıydı; Arap Baharı tüm coğrafyada dalga dalga yayılmaktaydı ve aslında halk, rejimin düşmesinden çok demokratik reformlar yapmasını istiyordu.
Ama aldıkları cevap işkenceyle öldürülen o çocukların perişan cesetleri oldu. Böylece “Gazap Günü” olarak adlandırılan 15 Mart 2011, bitmeyen gazabın tarihi olarak geçti kayıtlara.
O günden sonra Suriye’de 1 milyon insan hayatını kaybetti. Milyonlarca insan mülteci konumuna düştü. Akdeniz, mülteci mezarlığına dönüştü. Bota-gemiye ödeyecek yeterli parası olmadığı için anne babalarının o gemilere tek başlarına bindirdiği Suriyeli çocuklar Avrupa şehirlerinde insan kaçakçılarının, seks tüccarlarının, organ mafyasının tuzağına yahut eşcinsel ailelerin ocağına düştü. Savaşta ölenlerin dışında ise on binlerce insan rejimin hapishanelerinde hayatını kaybetti.
Tam sayıyı bilmek mümkün değil. Uluslararası Af Örgütü sadece 2011-2015 arasında gizli bir hapishanede 13 bin sivilin katledildiğini rapor etmişti mesela. Suriye'deki insan hakları aktivistleri rejim hapishanelerindeçoğu işkence sonucu olmak üzere ölenlerin sayısının 50 bini aşabileceğini dile getiriyor.
Mevcut hapishaneler dışında fabrikalar da rejim tarafından hapishaneye dönüştürüldü. Suriye ordusunda görevli bir askeri polisin dışarıya çıkarmayı başardığı ve Anadolu Ajansı’nın dünyaya geçtiği o korkunç ceset fotoğraflarını hatırlayacaksınız. 55 bin kare fotoğrafın dünyaya gösterdiği şey, 11 binden fazla insanın gözaltındayken işkence, elle boğma ve aç bırakma sonucunda hayatını kaybettiğiydi. Çünkü Esed’in, muhaliflerini sistematik işkenceyle öldürme diye bir politikası var.
***
Bilinse de üzerinde durulmayan bir diğer korkunç gerçek ise Esed yönetiminin kadın tutuklulara da işkence yaptığı ve tecavüzü savaş silahı olarak kullandığıdır.
13 bin 581 kadının Suriye hapishanelerinde işkenceye maruz kaldığı biliniyor. Görgü tanıkları cinsel şiddet ve tecavüzün münferit vakalar olmadığını, sistematik şekilde uygulandığını doğruluyor.
İşte bu büyük insanlık suçunu durdurmak amacıyla İnsan Hakları ve Adalet Hareketi'nin (İHAK) başını çektiği bir“vicdan konvoyu” harekete geçti.İHH, KADEM, Diyanet Vakfı ve Ensar Vakfı’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda STK’ya 55 ülkeden kadınlar katılıyor.
Suriyeli kız kardeşlerini zindanlardan kurtarmak için 6 Mart’ta yola çıkacak olan kadınlar 8 Mart’ta Hatay sınırına varacak ve sınır tellerine 6 bin 500 oyalı yazma bağlayacak.Temizliğin, saflığın, inceliğin bir sembolü olarak.
Burada sözüİHAK Başkan Yardımcısı avukat Gülden Sönmez’e bırakıyorum:
“Şu an 417'si kız çocuğu olmak üzere 6 bin 736 kadın rejimin zindanlarında ölmeyi bekliyor. Biz ise onların ölümüne değil kurtuluşuna vesile olmak istiyoruz. Tecavüz ve işkence mağduru kadınların ilk fırsatta intihar ettiklerini, ölmeyenlerin çığlık çığlığa hayata tutunmaya çalıştığını biliyoruz. Kadınlara yönelik cinsel saldırılar ve işkence uluslararası hukuka ve tüm dinlere göre savaş suçudur; insanlığa karşı suçtur.
Suriye rejimi, kadınlara tecavüzü açıkça silah olarak kullanmaktadır. Soruyoruz? Bu kadınlar, hangi uluslararası mekanizmanın, devletin, hangi sivil kurumun, merciinin masasında gündem olmaktadır? Hiçbirinin. Bizler, Suriye zindanlarındaki kız kardeşlerimizin acı ve çaresizlik içindeki çığlıklarını duyuyoruz. 7 yıldır güç ve imkan sahibi kurumların, devletlerin, sözde barış masalarının, İşkenceyi Önleme Komitesi'nin, kadın haklarını korumaya yönelik devletlerarası mekanizmaların bir şeyler yapmasını bekliyoruz. Ama onlar ya tecavüz ve işkenceye göz yumuyor ya tepelerinden bomba atan orduları destekliyorlar. 'Artık yeter' diyoruz. Onlar oradalar, acı çekiyorlar, bizi bekliyorlar. Bizi duyan herkesin onlar için bir şey yapmasını istiyoruz”