Suriye’nin geleceğini belirleme amacı taşıyan Cenevre görüşmeleri, kriz sürecinde önemli bir aşamaya işaret ediyor ve aslında Türkiye’yi de son derece yakından ilgilendiriyor.
Suriye’nin geleceği, bu ülkede nasıl bir rejim kurulacağı ile ilgili. Tasarıların en hassas noktaları, bir yandan iç istikrarı sağlayacak koşulların neler olacağı, öte yandan bu ülkenin sınır komşuları ve krize taraf olmuş bölge dışı güçlerle nasıl bir ilişki kurulacağı ile ilgili.
Suriye’de, öyle ya da böyle, bir düzen kurulması söz konusu olabilirse, öncelikle ülkenin yaralarını saracak bir kalkınma ve imar dönemine girmesi gerekecek. Tabi bu süreçte yer alacak dış yatırımcıların kimler olacağı, nereden başlanacağı en yaşamsal mesele olacak. Muhtemelen şimdiden bağlantılar yapılmıştır.
Eğer Suriye’nin yeni yönetimi istikrar konusunda ABD ve Rusya’nın bir anlamda garantörlüğünü kabul ederse, o zaman İran’ın bu ülke üzerindeki etkisinin kısmen azalması mümkün olabilir. İran, boşuna “batı” tarafından sisteme çekilmedi. Suriye’nin geleceğinden beklediği avantajlara karşılık, Batı’nın yatırım ve ticaret olanakları sunuldu. Kısacası, “orayı bırak, bize bak” dendi.
Yeni oyuncularla yeni ilişkiler
İran’ın biraz geri çekilmesiyle Suriye’nin imar geleceğinde rol oynayabilecek en yakın ülke Türkiye olabilir. Ancak buradaki en temel sorun, bu kalkınma-imar döneminde Türkiye’nin önce içeride, sonra da dışarıda hangi oyuncularla işbirliği yapacağında.
Bugüne kadar anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin öncelikli olarak muhatap olmayı arzu ettiği kesimlerle kendisine empoze edilen kesimler aynı değildi. PYD’nin Cenevre görüşmelerine katılıp katılmamasının bir anlaşmazlık konusu olmasının nedeni de buydu. PYD, kendi başına Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu her ortamda küçük bir oyuncudur; kaderi belirlemez. Ancak Türkiye’nin muhatapları ile ilişkilerini belirler.
Türkiye, kabaca, Suriye’nin geleceğinde öncelikle iki kesimle muhatap olmak istemediğini, dolayısıyla imar-kalkınma projelerinde de bu kesimlerle çalışmayacağını ima ediyor. Bunlardan biri, Esad’ın kolladığı ve Suriye’nin bugünlere gelmesine yol açan kesim: ki bu kesimi sadece etnik/dini bir kesim olarak görmek de doğru değil. İkincisi ise, Türkiye’deki PKK ve DAEŞ terörüyle ilişkili kesimler.
Eski oyuncularla yeni ilişkiler
Bu durumda Türkiye, Kürtler, Sünniler ya da diğer kesimlerden siyaseten Suriye’de rol oynayacak ve ülke imarında Türkiye’ye kapıları açacak yeni muhataplar bulmak durumunda.
Bir yandan İran ile ekonomik ilişkileri geliştirmek, öte yandan İran’ın Suriye’de hoşlaşmadığı kesimleri muhatap almak durumunda Türkiye. Ancak tek sorun bu da değil. Neredeyse Türkiye güneyinde Rusya ile komşu olmuş vaziyette. Hal böyle olunca Türkiye’nin Rusya’yı gözetmeden, hatta bazı konularda işbirliği yapmadan hareket etme imkanı sınırlı.
Türkiye, PYD’yi muhatap almayacağını söylerken, aslında bu örgütü by-pass ederek doğrudan arkasındaki oyuncuyla, Rusya’yla görüşmeyi tercih edeceğini bildirmiş oluyor.
Kısaca Türkiye, İran-Rusya ve dolayısıyla Avrupa eksenine ticaret ve yatırım düzleminde, ABD-Suudi eksenine ise güvenlik ekseninde yerleşmeye çalışıyor. Bu çok zor değil, zira ABD ve Rusya’nın anlaştığı konulardan birisi zaten bu gibi gözüküyor.
Türkiye’deki terör, söz konusu eksenlerin kurulmasına engel olma amacı taşıyor. Demek ki başka birileri Türkiye’yi devreden çıkarıp doğrudan bu fonksiyonu kendisi yerine getirmek istiyor. O zaman onların araçlarını ellerinden almak gerekiyor. Türkiye, ülkedeki farklı halklara, kesimlere ve bireylere kendisi sahip çıkmazsa, başkaları sahip çıkar.