Suriye’deki bitmek bilmez savaştan kaçarak başka ülkelere sığınanların sayısı her geçen gün artıyor. Büyük ölçüde Türkiye dışında Lübnan ve Mısır’a sığınan bu insanların 4’te 3’ü kadın ve çocuk.
Savaşlardan zarar gören sivillerin % 82’si kadın. Bu oranın içinde hem göçmek zorunda olanlar, hem de savaşın ortasında kalanlar var. Savaşların kadınlara verdiği zararı erkeklerden farklı kılan bazı durumlar söz konusu. Kadınlar, savaşlar sırasında birer çatışma aracı olarak kullanılıyorlar. Bazen kalkan olmaları, bazen rehine alışverişinde kullanılmaları, bazen de terör saldırısı yapmaları için zorlanıyorlar. Zorlama ise ya tecavüzlerle yapılıyor ya da eşlerinin çocuklarının, yakınlarının öldürülmesi tehdidiyle. Tüm bunlara direnip savaşan kadın haline geldiklerinde de en fazla kadınlar ölüyor. Diğer bir ifadeyle kadın askerler savaş sırasında erkek askerlerden üç kat daha fazla ölüyor.
Suriye’de yaşanan savaşta da benzer durumlar söz konusu. Üstelik kadınların gördüğü bu zulmü her kesim yapıyor. Yani hem “karşı taraf” hem kendi tarafı eş zamanlı olarak kadınları mağdur ediyor. Bir kadın tecavüze uğradığında ailesi onu onursuzlukla suçlayıp dışlıyor ya da tecavüzcüsüyle evlenmeye zorluyor.
Türkiye’nin desteği
Katman katman sorunları olan savaş mağdurlarının göç ettikleri yerlerdeki durumları da içler acısı. Yurdunu, evini, yakınlarını ve onurlarını kaybeden göçmenler, parasız, kimliksiz ve her şeyden önemlisi geleceksiz biçimde kendilerine kucak açanların eline bakar hale geliyor.
Lübnan’a giden Suriyeli mülteciler için kamplar yapılmış. Uluslararası sivil toplum kuruluşları, BM’nin ilgili ajansları ve diğer devletler bu kamplar hakkında koca koca raporlar hazırlamışlar. Kısacası Lübnan’daki Suriyeli mültecilere yönelik küresel duyarlılık da yardımlar da mevcut. Oysa Türkiye’deki sığınmacı sayısı çok daha fazla, ancak bu konuda herhangi bir uluslararası duyarlılık olduğu söylenemez.
Sadece Gaziantep Belediyesi’nin yürüttüğü projelere bakarak bile aslında Türkiye’de gösterilen çabayı anlamak yeterli. Sağlık, eğitim, gıda yardımı gibi çok sayıda faaliyet sürdürülüyor. Birçoğunu belediye ve AFAD yapıyor, tabi hayırseverlerin katkıları da var. Bununla birlikte, ne yapılanlar yeterli ne de ne zamana kadar süreceği belli. Kısacası Türkiye için bu konuyla tek başına uğraşmak kolay değil.
Türkiye’ye verilmeyen destek
Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin, bu sorunların görünür olmasını sağlamak için ve belki el vermek isteyen çıkar diye, aralarında BM iyi niyet elçimiz Muazzez Ersoy’un da bulunduğu bir grup sivil toplum temsilcisiyle Cenevre’deki BM binasında bir panel düzenledi. Türkiye’nin İsviçre’deki dışişleri temsilcilerinin büyük desteğiyle son derece ilgi gören bir toplantı yapıldı.
Ne yazık ki, Türkiye kamuoyu bu önemli girişimi konu edinmedi. Türk kamuoyunun ilgi göstermediği girişimlerin yabancı kamuoyunda ilgi görmesi nasıl beklenebilir ki?
Bu toplantıda “Türkiye nasıl olsa sığınmacılara gayet güzel bakıyor, aman bize ucu değmesin de ne olursa olsun” bakış açısının ileride de devam edemeyeceği hatırlatıldı. Zira Suriye savaşında herkesin sorumluluğu var. Savaş çıkarırken koalisyon kuran oyuncuların sığınmacılar, kadınlar ve insanlık dramında kenara çekilme lüksleri bulunmuyor.
İnsanın aklından geçmiyor değil. Türkiye nasıl “Doğu” sınırını açıp herkesi içeri aldıysa, “Batı” sınırını da açıp “benden bu kadar” diyebilir. İşbirliği sağlanması için ille seçmece Suriyeli kabul eden Avrupa’nın kapısına binlerce mağdur kadın ve çocuğun mu dayanması lazım?