Çin ve Rusya’nın, İngiltere’nin Perşembe günü BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu karar taslağını veto ederek zıtlaşmacı tavırlarını sürdürmeleri, ben dahil siyasi analizcileri ve tarihçileri korkutuyor.
Karar taslağı doğrultusunda, Suriye rejimi altı hafta içinde ağır silahlarını şehirlerden çekecek ve BM Sözleşmesi’nin 8. maddesi uyarınca ileride Suriye krizine askeri bir müdahale mümkün hale gelecekti.
Rusya ve Çin’in taslağı veto etmeleri, geçtiğimiz dehşet aylarına rağmen Beşar Esad’ı desteklediklerini gösteriyor ve onun iktidarda kalarak, kendisini devirmek isteyen silahlı isyanı bastıracağı şeklindeki kör inançlarını da teyit ediyor.
Özellikle Özgür Suriye Ordusu, Ulusal Güvenlik Konseyi genel merkezi gibi kilit hedeflere bombalı saldırılar düzenleyerek başkente girmeye başlamışken ve Irak sınırının tamamını ve Türkiye sınırında iki noktanın kontrolünü ele geçirmişken, bu inancın neden kaynaklandığını veya Rusya ve Çin’in neden bir yıldan kısa sürede üç kez veto hakkı kullandıklarını bilmiyoruz.
Rusya ve Çin ya Arap televizyonlarında yayınlanan haberlerden farklı bilgilere sahipler ya da ABD’nin başını çektiği ve çoğu Arap ülkesinin dahil olduğu ‘Suriye Kardeşleri’ ile olası bir yüzleşmeyi kızıştırmak niyetindeler.
Günler önce, sistemin en önemli isimlerinden en az üç tanınmış generalin Ulusal Güvenlik Konseyi genel merkezinde öldürülmesi Esad rejimine büyük darbe vurdu. Esad’ın yakın çevresindeki bazı unsurların Batı ile işbirliği yaparak bir darbe planlamış olması ve bu cinayetlerin bizzat rejim tarafından işlenmiş olması da mümkün. Saddam Hüseyin 1979’da tam da böyle bir saldırı düzenlemişti. Devrilmesi için plan yaptıkları sırada, ona en yakın olanlar dahil, Devrim Yönetim Konseyi’nin kimi üyelerini tasfiye etmişti. Gerçek ne olursa olsun, rejimin bu kilit aktörlerinin kaybı Esad’ın konumunu kaçınılmaz olarak zayıflatacaktır.
Rusya ve Çin’in çifte vetosu krizin şiddetlenmesine yol açabilir. Muhalifleri destekleyen Batı ve onun Arap müttefikleri ile rejim yanlısı Rusya, Çin, İran ve Hizbullah arasında günbegün şiddetlenen temsili savaşı tırmandırabilir.
Annan planı başarısız olduğu için, ABD’nin artık Suriye’deki krizi sonlandırmanın yollarını BM dışında arayacağını ilan etmesi son derece ciddi. Bu, ABD’nin şimdiden bir planı olduğu ve bu planı, Rusya ve Çin tarafından kaçınılmaz olarak engellenecek bir BM onayı olmadan uygulamaya hazır olduğu izlenimini uyandırıyor. İngiliz Dışişleri bakanı William Hague de Perşembe günü önerilen ve başarısız olan taslak sonrasında, artık BM’nin bu konuda yararsız olduğunu düşündüğünü belirtti.
Amerikan yönetimi henüz kartlarını açmadı. Fakat Esad’ın büyük miktarda kimyasal silah depoladığı ve bu silahların El Kaide veya Hizbullah gibi radikal grupların eline düşebileceği korkusunun gittikçe daha fazla körüklenmesi, konuya biraz ışık tutabilir.
Geçtiğimiz günlerde CNN’e verdiği bir röportajda Ürdün Kralı 2. Abdullah, Suriye’nin kimyasal silahlarının, kriz boyunca Suriye’de güçlü bir mevcudiyet tesis eden El Kaide’nin eline geçebileceği konusunda uyardı ve bunun gerçek bir olasılık olduğuna dair güçlü kanıtları olduğunu ileri sürdü.
Benzer açıklamalar, ABD hükümet sözcülerinden Patrick Ventrell tarafından da yapıldı. Bunun, Amerika ve İsrail’in Suriye’nin kimyasal silah depolarını kontrol altına almayı ve güvenlik kaosa sürüklendiği takdirde, İslami militan grupların silahları ele geçirmelerini engellemek için askeri operasyon düzenlemeyi göz önünde tuttuklarını belirten ABD kaynaklı haberlerle üst üste gelmesi ironik.
Geçtiğimiz günlerde İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Suriye rejiminin kimyasal silahlarını ve ağır askeri teçhizatını Lübnan’daki Hizbullah’a devredebileceği konusundaki endişelerini dile getirdi ve İsrail’in Suriye’de yavaş yavaş ilerleyen karmaşa konusunda son derece kaygılı olduğunu belirtti.
Tüm bunlar ışığında, yakın gelecekte ABD ve İsrail Irak’ı işgal senaryosunun bir tekrarı olarak, sahip olduğu kitle imha silahlarını kontrol altına alma bahanesiyle Suriye’ye ortak bir saldırı düzenlerse şaşırmamalıyız.
Suriye’nin kimyasal silah stoğu asıl olarak, İsrail saldırılarına karşı caydırıcı olması için oluşturulmuştu. Ne Arap ülkelerinin ne de Lübnan Hizbullahı’nın daha önce İsrail’e karşı kimyasal silah kullanmadığını hatırlatmak belki işe yarayabilir. Aslında bunun tam tersi söz konusu. İsrail 2008 sonunda, Gazze Şeridi’ni işgali sırasında, çocuklar da dahil silahsız sivillere karşı yanıcı beyaz fosfor kullanmıştı.
Araplar’ın çoğu Suriye halkı ile omuz omuza ve onların baskıcı bir dikta rejiminden kurtulma isteklerini ve en temel insan hakları, itibar ve demokratik değişim taleplerini paylaşıyorlar. Fakat bu rejim ile Suriye’nin ABD ve İsrail tarafından işgali arasında seçim yapmamız gerektiğinde, korkunç bir ikilemle karşı karşıya kalıyoruz. Irak’ın işgaline kuvvetle karşı çıkan Arap dünyasının, aynı senaryonun Suriye’de tekrarlanmasını memnuniyetle karşılayacağına inanmak güç. Özellikle, örneği görülmemiş İsrail katılımı söz konusu olduğunda...
Suriye’de ve tüm bölgede durum uçuruma doğru ilerliyor. Bölgesel bir savaş ve küresel süper güçlerin müdahale etmeleri olasılığı gittikçe artıyor. Suriye’deki olayların tüm bölge ve belki de tüm dünya için cehennemin kapılarını açma ihtimali, korku ve dehşete düşürüyor.
* Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.