Suriye'deki süreci zehirleme noktasında üç ülke öne çıkıyor,
ABD, İsrail ve İran...
Ama hemen şunu da söyleyeyim...
Devrim koşullarını "var mı yok mu?" diye düşünmeden kendi konforlu alanlarında Arap baharından devrim çıkaran, sonra ölümler, katliamlar başlayınca suspus olan İngiliz jeopolitiği ürünü sözde enternasyonalist İslamcıları da buna eklemek gerekiyor.
Bu tezim bir kenarda dursun, sonra üzerine konuşuruz.
Bir kere şunun altını net bir şekilde çizelim... Suriye'deki süreç, içinde yabancı savaşçılar olmakla beraber, gün geçtikçe milli bir perspektif kazanıyor. Ki bir hukuk, bir düzen tesis edilecekse yabancıları da entegre etmek kaydıyla Suriye halkının tümünü kuşatacak milli bir sistem inşa edilmeli.
Suriye muhalefeti şimdiye kadar ciddi bir mesafe kat etmiş gibi görünüyor, bu noktada.
İlk günden itibaren, savaş hukukunun "emanlık" ilkesi, süreci yönetti desem yeridir. Yani bunun anlamı devletleşen bir süreç işliyor demektir.
Manzara net... Ama kara kalpliler, eskilerin deyimiyle kara dinliler huylarından vazgeçmiyor.
Birileri hala, katliamcılarla, söz gelimi mezhep perdeli ölü sevici Pers siyaset teolojisinin katliamcı, soykırımcı vekilleri ile aynı safa düşme pahasına "İsrail, Siyonizm" ezberlerine dayanan ve her neresinden bakarsanız bakın günün sonunda Siyonizm'e iktidar alanı açan Fars kaynaklı sloganlarını atmaya devam ediyorlar, süreci zehirlemek için var güçleriyle çalışıyorlar.
Ne var ki tarih, daha özgür konuşuyor artık...
2011 yılından itibaren kimyasal dahil her türlü silahla deyim yerindeyse soykırıma maruz kalmış, yakınlarını Esed'in zindanlarında, asit kuyularında, presler arasında kaybetmiş bir halkın çocuklarının gerçekleştirdiği mücadeleyi kimse zehirleyemeyecek, Allah'ın izniyle.
İRAN DEMİŞKEN...
İran'ın hayalleri büyüktü ne var ki kapasitesi yetmedi;
Güçsüzün kusuru hemen görülür demişler.
Bugün, sözde direniş ekseni söylemleriyle perdeledikleri katliamlar bir bir deşifre oluyor.
Yenilgilerinin faturasının gizlemek için de en iyi bildikleri şeyi, tarihi itiyatları olan iftira alt yapılı propagandayı devreye soktular yine.
Neymiş...
Suriye'de bir Siyonist-ABD işbirliğiyle pişirilen bir strateji devreye girmiş, "tekfirciler" sahaya sürülmüş.
Oysa Amerika da PKK/PYD'yi perdelemek için hala "IŞİD ile mücadele önceliğimiz, Türkiye buna dikkat etmeli" diyor. Propaganda ortak ve burada örtük ilişki deşifre oluyor.
Ha... Bir de Suriye'nin bir komşu ülkesi işin içindeymiş. Kimse bu ülke!
Hem direniş ekseni diyeceksin, hem de yenilgiye perde arayacaksın
Hamaney dün söyledi daha bunu. "Bir komşu ülke bu işlerin içinde" dedi.
Devrim Muhafızları ve sözde reformcular da her zamanki gibi Hamaney'in sözünü tekellüm edip duruyorlar.
Oysa herkesin bildiği bir şey daha var... "Büyük şeytan ABD'nin" 1990'dan bu yana uyguladığı kaos stratejisinden geçmiş zamanda en çok faydalanan da İran'dı. Dedim ya kapasitesi yetmedi, yenildi. Yetseydi, daha birkaç yıl önce Suriye topraklarında yaptıklarına bakın yeter.
Eh bildiğimiz Fars işte.
İftira, yalan sahnesinde psikoza batmış bir retorikle boğulan bir benlik, bir zihniyet, teröre evrilen bir akıl.
Terör üretmeye kodlanmış bu zihniyet, düzeni değil kaosu ister.
Onun için Türkiye'nin hakikat eksenli, sabırlı ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ifadesiyle vicdanı ve adaleti merkeze alan Suriye politikasını Fars aklının(!) anlamasını beklemiyoruz.