Darbe yönetiminin başkomutanı olarak kendisini ilk turda cumhurbaşkanı seçtirten Sisi gibi Suriye’de de tam anlamıyla trajik-komik bir seçim bu hafta yapılacak. Esed üçüncü kez yedi yıllığına cumhurbaşkanı olacak. Sisi gibi Esed de bir seçim kampanyası yapmayacak, sokaklarda ve meydanlarda görülmeyecek. Mursi’nin kazandığı seçimleri en hassas şekilde mercek altına alan Batı medyasının, Sisi’nin absürt ve sahte seçimini altyazı düzeyinde görmesi gibi Esed’in seçimine de benzer bir ilgi gösterecek. Sisi’nin darbesiyle statükoya dönüş umuduna yatırım yapanlar, Esed’in hangi gayri meşru yolla olursa olsun varlığını sürdürmesini eski düzen adına beklemeye devam edecekler.
Suriye’nin Şam-sahil hattına sıkışmış Esed rejimi, I. Dünya Savaşı sonrası hayata geçirilen ve 5-10 yılda yıkılan mezhep veya şehir devleti kurma hülyasının peşine iyice takılmış durumda. Hal bu olunca, rejim, Suriye’nin geriye kalanına dair her türlü vahşeti hayata geçirmek için yeterince motivasyona sahip durumda. Zira Rusya’nın Çeçenistan tecrübesinin Suriye’de tatbik edilmesi, bugünlerde Esed tarafından ‘Cezayir modeline’ dönüşmüş durumda. Esed’in Cezayir’den anladığı, 7-8 yıl boyunca yüzbinlerce kişiyi öldürdükten sonra rejimin bütün ülkede kontrolü eline alması. 1990’larda Cezayir katliamları Fransa’nın sağladığı kamuflajla mümkün olurken, Esed’in katliamları çok daha güçlü bir eksen tarafından çoktan meşrulaştırılmış durumda. Amerika’nın pasif, Rusya’nın da aktif desteğiyle Baas rejiminin Suriye’de yapmaktan çekineceği bir katliam kalmamıştır.
Bütün bunlara rağmen Suriye’de muzaffer bir Baas rejimi bulunmamaktadır. Esed bütün aktif ve pasif desteğe rağmen kazanmamış, ayakta kalmıştır. Eğer Cezayir modeline yatırım yapıyorsa, baştan Suriye’ye bütün vekalet savaşı verecek dinamikleri davet ederek bu ihtimali kendisi ortadan kaldırdı. Kaldı ki Cezayir, yaptığı katliamları ve ülkeyi harabeye çevirmesini finanse edecek kaynaklara sahipken, Esed baştan aşağı siyasi ve iktisadi bir yük olarak varlığını sürdürmek zorunda.
Suriye’nin geldiği son nokta gerçekten uluslararası ve bölgesel jeopolitiğin kalitesi açısından bir turnusol testi imkanı veriyor. Bu konuda Suriye analizlerini sahada var olarak, aktörlerle çok yoğun teşrik-i mesai yapabilen iki değerli ismin önemli bir raporu geçtiğimiz günlerde SETA’da yayınlandı. Ufuk Ulutaş ve Halid Hoca tarafından kaleme alınan ‘Suriye: Devrim mi bölünme mi?’ başlıklı analiz sahadan en sıcak bilgileri sunmanın yanında bir çıkış yolu da göstermeye çalışıyor. Burada çok küçük bir kısmını aktaracağım önerilerin ve raporun tamamı ilgilenenler tarafından okunmalı. Özellikle muhaliflerin neler yapabileceğine ya da yapması gerektiğine dair önemli uyarılar var:
Suriye’deki siyasi muhalefet, bölgesel dengelerin değişmeyeceğinin garantisini almadan ve istikrarlı gelecek görmeden Suriye’de köklü değişikliğe müsaade etmeyecek dış ülkelerin desteğine dayanan ve bu yolla kendilerini sahanın nabzından uzaklaştıran durumlarını tekrar gözden geçirmelidir.
Öte yandan kendi gücü ve halktan gördüğü ilgi ile yetinen, I?slami olarak sınıflandırılabilecek etkin silahlı grupların, dış dünya ile güvene dayalı ilişkiler kurmadan rejimi düşürme amaçlarına ulamalarının mümkün olmayacağını anlaması gerekmektedir.
Kendisini mutedil Selefi olarak tanımlayan, halkın desteğine sahip olan ve muhalif grupların sayıca en büyüğü olan İslam Cephesi’nin; ayrıca Şam Askerleri İslami Birliği’nin, Suriye muhalefetinin ana akım gruplarıyla güven ilişkisi kurması gerekmektedir.
Koalisyonun uygulayıcı kurumu olarak kurulan geçici hükümetin Suriye’deki kurtarılmış bölgelere girip yerel konseyler ve tugaylarla koordinasyon sağlayarak sağlık, eğitim, belediyecilik ve altyapı hizmetlerine başlaması gerekmektedir.
Muhaliflerin Esed rejiminin ülkeyi bölme senaryosuna karşı bir B planı oluşturması gerekmektedir.