Dünya güçleri”nin Cenevre’de kabul ettikleri Kofi Annan’ın yeni “Suriye Planı”, baştan ölü doğmuş bir girişimdir. “Plan”ın bırakın Suriye’ye barış getirmesini, çok daha büyük belirsizliklere, hatta, geniş çaplı kanlı hesaplaşmalara yol açacağı açıktır.
Suriye muhalefetinin ana unsurunu oluşturan Suriye Ulusal Konseyi, içinde Beşarel-Esed ve eli kanlı adamlarının yer alacağı hiçbir çözümü kabul etmeyeceğini, rejim varlığını korurken “geçiş hükümetine” ortak olmayacağını çoktan açıklamış durumda. O zaman bu neyin “geçiş hükümeti”dir?
Suriye halkına tuzak...
Önce, “maddi bir gerçeği” belirtelim: Bugün, Suriye topraklarının yüzde 70’i, Suriye Ulusal Konseyi’ne bağlı olarak görev yapan Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolündedir. Halk, yüzde 70’ini kurtardığı topraklarının yüzde 100’ünü kurtarmaya çalışmaktadır. Kofi Annan ve arkasındaki “dünya güçleri” bunu görmezlikten gelmeye, Beşar el-Esed’in Şam’daki varlığını uzatmaya çalışıyorlar. Hemen hatırlatalım: Suriye’de, Suriye Ulusal Konseyi’nin şemsiyesi altına girmemiş, esas olarak “bölgesel eşkiyalık yapan” bazı muhalefet unsurları ile bizzat rejim tarafından yapılandırılmış “çakma muhalefet”(loyal opposition) olarak adlandırılan bir takım “sözde muhalefet” unsurları bulunmaktadır. Kofi Annan’ın tehlikeli planı belli ki, bu muhalefet kullanılarak Suriye’de geçici hükümet kurulduğu izlenimi vermek ve Beşar’ın manevra alanını genişletmek amacını taşıyor. Suriye halkı bunu asla kabul etmez!..
ABD-Rusya işbirliği...
Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, her ne kadar, “eli kanlı Beşar’ınadamlarından” söz etse de, ABD ile Rusya arasında, “Beşar sonrası Suriye’nin nasılolacağına” ilişkin ortak endişe açıktır. Batılı güçler, Beşar el-Esed’in gitmesinden sonra nasıl bir Suriye’nin ortaya çıkacağını kestiremedikleri için bugün Rusya’nın ve tabii ki Kofi Annan’ın arkasına sığınmış durumdalar. Artık sorulan soru, Beşar el-Esed’in gidip gitmeyeceği değil, yerine kimin geleceğidir.
Demokratik-laik Suriye...
Oysa, Suriye muhalefeti, Ekim 2005 tarihinde yayınlanmış 5 sayfalık “ŞamDeklarasyonu”nun arkasında duruyor. Ülkedeki 250 muhalefet grubunun imzaladığı, Kürt ve Hıristiyan grupların da katıldığı bu deklarasyon, Suriye’de rejimin, demokratik-laik-hukuk devleti yönünde değişmesini isteyen ruha sahip... Olaylar bu şekilde gelişmeseydi, Suriye, bu deklarasyon çerçevesinde “barışçı geçiş” yaşayacaktı. Şimdi ülkenin geleceği kanla yazılıyor.
Suriye Ulusal Konseyi, bu ölçüde kanlı gelişmelerden sonra, dünyada doğan “Beşar el-Esed’in gidişinden sonra intikamcı saldırılar olur mu” sorusuna karşı, ülkedeki azınlıkların korunması amacıyla Suriye topraklarına uluslararası barış gücü yerleştirilmesini bile istiyor.
Ama, dün görüştüğüm bir muhalefet liderinin şu sözü önemli: Bizim aramızdan birÇelebi (Irak) veya Karzai (Afganistan) çıkmaz!..” Yani, iktidara oturtulup “dünya güçlerinin” dengeleri içinde ülkesini yönetmeye çalışacak “dışa bağımlı” bir siyasetçiyi Suriye muhalefetinin içinden bulmak imkansız!..
Halkına dayalı, onun içinden çıkmış ve bağımsız politikalar izleyecek yeni bir Suriye lideri, yalnız Rusya ve Çin’i değil, BM Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip bütün devletlerini rahatsız ediyor.
Dünya, Mısır’da askerlerin kontrol ettiği bir “vesayet rejimi” kurmayı başardı. Suriye halkının kendi geleceğini tayin hakkını da önemsemiyor. Yaşanılanlar, “dünyagüçleri”nin bütün Arap ulusuna karşı pervasız saldırısıdır. Türkiye’nin, Arap ulusunun tercihini yönlendirmeyen, yalnız destek veren tek devlet olması hepimizin geleceğe bırakacağı onurlu bir mirastır.
Türkiye ne yapabilir?..
Akdeniz’de düşürülen F-4 uçağımızda “Rusya’nın parmak izlerinin” ortaya çıkması, belli ki Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ı, “Kukla diktatörleri kışkırtıp üzerimize gönderiyorlar” açıklamasına yönlendirdi.
Türkiye’nin yaşanılanlara yanıtı, kuşkusuz, Paris’te 6 Temmuz’da yapılacak Suriye’nin Dostları toplantısında gelecektir. Bu toplantıdan çıkacak en önemli sonuç, Özgür Suriye Ordusu’nun, “Suriye halkının kendini savunması” ilkesi çerçevesinde Suriye’nin “meşru ordusu” olarak kabul edilmesidir. Bu tür bir karar, Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu ile “meşru zeminde” ilişki kurmasını kolaylaştıracak bir adımdır.
Kimse, Türkiye’nin “savaş riski” dahi yaşamasını istemiyor. Zaten, sınırımızın öte yakasında ülkesinin büyük bölümünü kontrol eden bir ordu var, o, bu işi halleder...