Alois Brunner, 1912 yılında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun tebası olarak Nadkut’ta dünyaya geldi. Nazi partisine üye olduğunda, takvimler 1931 yılını gösteriyordu. Kararlı bir Nazi olarak kendini gösterdi, hızlı yükseldi. 1938’de, SS oldu, hemen, Avusturya Yahudi Tahliyesi Merkez Ofisi’nde göreve başladı, bir yıl sonra da birikimin direktörlüğüne getirildi.
Kendisi gibi Avusturya kökenli soykırım suçlusu SS-Nazi komutanlarından Adolf Eichmann ile yakın çalıştı. (Eichmann, Nazilerin Yahudiler hakkında almış olduğu “nihai çözüm” kararında ve devamında etkin görev almış bir karakterdi, Auschwitz başta Avrupa’daki toplama kamplarını oluşturdu, Yahudiler’in gaz odaları ve fırınlarda yok edilmesi operasyonlarının bir numaralı adamıydı, savaştan sonra kaçtığı Arjantin’de MOSSAD tarafından ele geçirildi, İsrail’de yargılandı, 1962’de idam edildi.)
Alois Brunner, Avrupa’daki ölüm trenlerinden sorumluydu, Selanik’ten 46 bin, Viyana’dan 43 bin, başta olmak üzere ele geçen evraklarda toplam 129 bin Yahudi’nin toplama kamplarına gönderilmesinden sorumlu olduğu ortaya çıktı. Tarihçiler bu sayının yalnız, altında imzası olan evraklara dayandığını, Brunner’in çok daha fazla insanın ölümünden sorumlu olduğunu vurguluyorlar.
BABA HAFIZ ESED SAHİP ÇIKTI…
2.Dünya Savaşı’sın sonlanmasıyla, Almanya’dan kaçmayı başardı. 1985 yılında kendisine ulaşmayı başaran Alman Bunte dergisine, aynı soyadını taşıyan Anton Brunner isimli bir SS subayının kendisi sanıldığını ve onun infaz edilmesiyle birlikte kaçma fırsatı bulduğunu söyleyecekti. Amerikan makamlarından sahte kimlik edindiğini ve savaş sonrası Amerikan ordusunda şoför olarak çalıştığını aktarması da dikkat çekicidir.
1954 yılında Almanya’dan bir Kızılhaç pasaportunu kullanarak çıktı, önce Roma’ya oradan Mısır’a ulaştı. Kahire’de bir süre silah tüccarı olarak iyi paralar kazandı, devamında rotasını Şam’a döndürdü.
Hafız Esed’in adamı oldu. Baas rejimi, kendisine, Nazi Almanyası’nda SS-Gestapo’nun uyguladığı sorgulama ve işkence tekniklerini Suriye istihbaratına öğretmesi karşılığında Suriye’de yaşama hakkı verdi.
Suriye muhaberatının yapılanması ve Nazi işkence yöntemlerinin burada kurumsal kimlik kazanmasında eğitmen olarak görev yaptı. ( Syrian Network for Human Rights- SNHR tarafından Ekim 2019’da yayınlanan çok özel rapor, Baas rejiminin tutuklulara tam 72 farklı işkence metodu uyguladığını ortaya koydu. Raporu hazırlayan bilim kurulu, rejimin cezaevlerindeki işkencelerden kurtulan tanıkların yanında, binlerce işkence görmüş tutuklunun ceset fotoğraflarını dünyaya taşıyan Sezar’ın arşivlerini inceleyerek bu sonuca vardılar. Raporda en çok dikkat çeken maddelerden biri, Suriye tıp fakültelerindeki doktor adaylarının siyasi tutukluların bulundukları cezaevlerindeki mahkumların üzerinde denemeler ile eğitim görmeleri ve canlı insanların kadavra gibi kullanılması oldu. Bu, Nazi toplama kamplarında insanlar üzerindeki deneyleriyle ünlü Dr.Josef Mengele’nin uygulamalarının Alois Brunner tarafından Suriye muhaberatına kazandırıldığını göstermesi bakımından önemli bir bilgi, kuşkusuz…)
Alois Brunner, Suriye’nde milyonlarca masun insanın kanına giren Beşar’ın babası Hafız tarafından Şam’da korumalı olarak yaşarken, yeri tespit edildi, uluslararası kuruluşlar yargılanması için çok sayıda girişimde bulundular, fakat Baas rejimi Nazi suçluyu sonuna kadar korudu, 1989 yılında tam, Doğu Almanya’ya teslim etmek zorunda kalmışken de Berlin Duvarı yıkıldı, konu kapandı.
Nazi savaş suçlularını yakalayıp adalete teslim etmesiyle ünlü Simon Wiesenthal Merkezi, Alois Brunner’in 2010 yılında Şam’da ölmüş olduğunun kesin olarak öğrenildiğini açıkladı.
· RUSYA İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ BİR SÜREÇ…
Bu yıl, Rusya başta, tüm eski Sovyet halkları, Nazizm’e karşı kazanılmış büyük zaferin 75’nci yılını kutladı. 2.Dünya Savaşı’nda Slavlar ve Türkler, toplam 27 milyon insanlarını kaybettiler, Berlin’de çekiç-oraklı Sovyet bayrağını göndere çeken asker, Gürcistan’dan gelmiş bir Müslüman’dı…
Sovyet halkları, dedelerinin Nazizme karşı verdiği büyük mücadeleden ne kadar gurur duysalar azdır.
Böyle yüklü bir tarihle karşımızda duran Rusya’nın, salt, “Akdeniz’e inme stratejisi” doğrultusunda, kimliğinde Naziler’in parmak izleri olan Esed ailesini ve bu ailenin kurguladığı Baas rejimini savunması ne kadar kabul edilebilir?..
Bu tür bir rejimin savunuculuğu yolunda, Türkiye’deki tek sınır kapısının kullanılması inadı nedeniyle milyonlarca insanın yaşama tutunmasını sağlayacak yardım kararını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto etmek nedir?
Tibet, devamında Uygur bölgesinde yaptıkları nedeniyle Çin, bu tür bir duruşu kendine yakıştırabilir ama, Tolstoy, Dostoyevski, Pasternak, Puşkin, Çaykovski, Rahmaninov, Kandinski, Makovski gibi adını insanlığın ortak kültür mirasına yazdırmış çok sayıdaki sanatçı, edebiyatçı, bilim insanının Rusya’sına bu yakışıyor mu?..
Kütüphane raflarını dolduran o kadar kitap, dünyanın tüm konser salonlarında yankılanan muhteşem besteler, müzelerin baş tacı tablolar, tiyatro eserleri, mükemmel ve insani değerler taşıyan filmler, hepsi boşuna mıydı?
Özellikle 2.Dünya Savaşı’nda şekillenmiş güçlü bir tarihi, bir Nazi işbirlikçisi aile ile kirletmenin alemi var mıydı?..
Ne kadar büyük bir hayal kırıklığı…