Gözlerin “mecburen” Brüksel’e döndüğü bir haftayı geride bıraktık. Mecburen diyorum, Suriye gündemi ve memleketin iç siyaset gündemi, Brüksel cephesindeki gelişmeleri gündemin arka sıralarına itiyor. Ancak bu hafta NATO Savunma Bakanları toplantısı ve AB Komisyonu’nun yıllık İlerleme Raporu’nu açıklaması nedeniyle Belçika’nın başkentine kulak kesildik. Suriye sınırındaki gelişmeler ve ardından Moskova’dan Şam’a giden Suriye uçağının indirilmesi nedeniyle Avrupa başkentlerinin gözü kulağı da Ankara’daydı.
NATO’dan 3 Ekim gecesi gelen açıklamaya ek olarak, gündeminde Suriye olmayan Savunma Bakanları toplantısı sırasında da “soru üzerine” demeçler geldi gelmesine ancak, “isminin açıklanmasını istemeyen bir ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi”ne atfen Reuters ajansında çıkan haber dışında, “bir adım ileri” olarak değerlendirilebilecek bir gelişme yaşanmadı.
Brüksel mahreçli Reuters haberindeki isminin açıklanmasını istemeyen ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi, “Türkiye’den talep olması durumunda, destek sağlanacağı” açıklaması yapıyordu. Bu açıklamayı, Washington’dan gelen haberlerle aynı dosyada okuduğunuzda resim biraz daha netleşiyor.
ABD seçimlerinde Obama’ya karşı yarışan Romney cephesinden gelen haberler ışığında, Suriye muhalefetinin silahlandırılması önerisinden, BM’deki akıl tutulmasının faturasının Obama yönetiminin önüne konduğuna dek farklı durum tespitleri yapmamız mümkün.
Şurası kesin ki, Kasım ayındaki ABD seçimlerinden kim galip çıkarsa çıksın, Beşar Esed’in hayrına olmayacak. Suriye konusunda mutlaka bir adım atılacak. NATO’daki kıpırdanmaların, toparlanmaların sebebi de bu zaten.
Fransa da, Libya’dan dersler çıkardığını vurgulayarak, yoğurdu üfleyerek içiyor. Fransız lider Hollande, Esed’in Suriye muhalefetinin ve Suriye içi güçlerin etkisiyle gideceğinden emin. Muhalefetin silahlandırılmasına sıcak bakmıyor. Hollande, Libya örneğini vererek, “Muhalefete verdiğiniz silahların nereden çıkacağını bilemezsiniz,” derken, Suriye muhalefetinden beklentisinin yüksek olduğunu saklamıyordu. Fransa muhalefete silah vermesin. ABD başta olmak üzere, vermeye hazır çevreler var nasıl olsa...
Hollande’ın Suriye içi dengelere bu derece güvenmesi de, Sarkozy döneminde gündemde olan Esed’in darbeyle devrilmesi planını akıllara getiriyor. Görüldüğü gibi, NATO değil ABD, AB değil Fransa konuşuyor. Esed’in sonunu da, uluslar arası kurumlar değil, her biri işin bir ucundan tutan uluslar arası güçler getirecek... ABD seçimleri de dönüm noktası olacak.
Önce kim çıkıp ‘ben yokum’ diyecek?
AB cephesinde ise, neden yayınlandığı Brüksel’de bile anlaşılamayan 15. İlerleme Raporu yayınlandı hafta içinde. İçeriğinden bağımsız olarak sayısını bile zor hatırladığımız bu rapor, Türkiye’nin AB’den, AB’nin de Türkiye’den ne kadar uzaklaştığının bir kanıtı aynı zamanda. Taraflardan birisinin çıkıp da, “ben yokum” demesi an meselesi sanki. Kulislerden şöyle haberler geliyor. Kıbrıs Rum Kesimi’nin altı aylık AB dönem başkanlığı Ocak ayında bitince, Fransa sürece “belki, bir milim” ivme katabilir. Sarkozy döneminde bloke edilen beş başlıktan bazıları için bir şeyler yapılabilir. Hatta, bu konu Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın iki numaralı ismi Pierre Sellal’in, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile Ankara’daki randevusunun gündeminde de olabilir... Ne kadar hassas, ne kadar özenle seçilmiş kelimelerle ifade etmek durumundayız değil mi, bu olası kıpırdanmayı? Dünya dengeleri toz duman şeklinde hareketlenmişken, “bu olası kıpırdanma”, “şimdilik” ne kadar anlamsız duruyor değil mi? Mösyölerin keyfi gelecek, “dur bir daha düşünelim şu beş başlık işini” diyecekler de, bir üç beş yıl daha iki fasıl için iki milyon toplantı ile geçecek... Uzatmaların oynandığının herkes farkında...